isçi Partisi 6. Genel Kongre
Merkez Komitesi Raporu Taslagi Başkanlik Kurulu, 19 Ocak 2003
Krizden Devrimci Çıkış
Millî Meclis, Millî Hükümet
İşçi Partisi 6. Genel Kongre
Merkez Komitesi Raporu TaslağıBaşkanlık Kurulu, 19 Ocak 2003
Değerli Başkan ve Delegeler,
6. Genel Kongremizin Temel Örgüt, İlçe ve İl Kongreleri gündemlerine alınarak tartışılacak olan Merkez Komitesi Raporu Taslağı’nı sunuyoruz.
Eleştiri ve öneriler alındıktan sonra Merkez Komitesi’nde son şekli verilecek ve Genel Kongremiz’e sunulacaktır.
Kongrenizi sevgi ve saygıyla selamlıyor, başarılı çalışmalar diliyoruz.
I. KÜRESEL SİSTEMİN MAFYALAŞMASI
VE YÜKSELEN SAVAŞ TEHDİDİTarihin en gerici sistemi
Emperyalist sistemin krizinin, İkinci Dünya Savaşı sonrasında görülmedik ölçülerde derinleştiği bir döneme girmiş bulunuyoruz.
Sistem, mafyalaşmaktadır. Başta uyuşturucu olmak üzere yeraltı ekonomisinin ticaret hacmi, 1 trilyon doları bulmuştur ve dünya ticaret hacminin dörtte birini oluşturmaktadır. Bu rakama silah ticaretini de eklediğimiz zaman, artık sistemin insan ve toplum hayatıyla karşı karşıya geldiğini saptayabiliriz.
Sistem, insan hayatını sürdürmeye ve insan ihtiyaçlarını karşılamaya hizmet eden üretimden hızla kopmakta, tam tersine varlığını gittikçe daha büyük oranda insan hayatına kasteden uyuşturucu ve silah imaline ve ticaretine dayandırmaktadır. İnsan ihtiyaçlarını karşılayan malların üretimiyle ilgili faaliyetin hacmi daralırken, üretimin bir mafya tarafından paylaşılmasına yönelik para hareketleri ve borsa gibi faaliyetlerin alanı genişlemektedir.
Mafyalaşan ekonomi, siyasette de mafyalaşmayı getirmiştir. Sistemin tepesine ABD’nin savaş ve uyuşturucu kliğini temsil eden mafya oturmuştur. ABD mafyasının aldığı kararlar, ABD’nin devlet örgütü, SüperNATO, medya gibi araç ve mekanizmalarla uygulanmaktadır. Örneğin ABD Başkanı’nı artık doğrudan doğruya ABD mafyası tayin etmektedir. ‘Seçimler’, ‘özgürlükler’, ‘sivil toplum kuruluşları’ vb, toplam olarak ‘demokrasi’ adını verdikleri rejim, artık ABD mafyasının kararlarını hayata geçiren mekanizmaların ve törenlerin toplamı haline gelmiştir. ABD denetimindeki ülkelere, sistemin gizli hükümetlerini oluşturan SüperNATO aygıtı aracılığıyla dayatılan bu rejimin ‘demokrasi’ ile içerik olarak en küçük bir benzerliği yoktur. Bu rejim, insanlık tarihinin gördüğü en dar çıkarları temsil eden, en terörcü, en yalancı, en sahtekâr, en insanlık düşmanı rejimidir. Bu gerçek, sistemin kumandasındaki kitle iletişim mekanizması aracılığıyla perdelenmekte ve bütün insanlık bir budalalar toplumuna dönüştürülmektedir.
‘Küreselleşme’ dedikleri süreç daha sonuna varmadan, bütün insanlık, başını ABD mafyasının çektiği küresel bir tehditle karşı karşıya gelmiştir.
Toplam olarak bakarsak, insanlık, İlkçağ’ın köleci veya Ortaçağ’ın despotik feodal rejimlerinde rastlanmayan tehlikelere yuvarlanmaktadır. Tarihte ilk kez bir sistem, doğayı ve insanlığı hayatını yıkıma uğratacak boyutlarda bir tehdit oluşturmaktadır.
Bu olgular, sistemin sonuna geldiğimiz mesajını da içermektedir.
Emperyalist sistemin mafyalaşması ve çürümesi süreci, Marx’ın kapitalizm tahlilini, Lenin’in emperyalizm tahlilini, Mao Zedung’un Üç Dünya tahlilini ve Partimizin geçmiş kongrelerinde geliştirdiği kapitalizmin mafyalaşmasına ilişkin tahlili doğrulamıştır.Savaş Tehdidi ve Devrimler Dönemi
Bu koşullarda ABD ekonomisinin büyük bir çöküntüyle karşı karşıya olduğu görülüyor. ABD savaş kliği, bu çöküntüye savaşla cevap verme politikasına yönelmiştir. ABD emperyalizmi, Afganistan saldırısından sonra bu kez de Irak’ı hedef alan savaş hazırlıklarıyla dünyayı ateşe verebilecek bir girişimin içindedir.
Bütün dünya devletleri, ABD tehdidine karşı savaşı önleyecek etkili bir direnme hattı kuramazlarsa, savaş kaçınılmaz görünmektedir.
Bölgesel boyutlarda kalabilecek olan bu savaş, dünya ölçeğinde bir hesaplaşmaya dönüşme tehlikesini de içermektedir.
Emperyalizmin çöküşü, aynı zamanda 500 yıllık Atlantik uygarlığının çöküşüdür. Asya uygarlığı yükselmektedir. Bu yeni yükseliş, kapitalizmin çevresinde kalmış halkların millî demokratik devrimlerini tamamlayarak sosyalist bir uygarlık kurmalarına doğrudur.
Artık küresel mafyanın çıkarlarını temsil eden özel mülkiyet ve özel çıkar sisteminin biricik seçeneği, ortak mülkiyet ve toplumsal çıkardır. İnsanlık, üzerinde yaşadığı doğayı yıkıma uğratan bu tehdidi, ancak ve ancak özel mülkiyet sisteminden kurtularak, bütün insanlığı kucaklayan büyük kolektif projelerle ve kamu mülkiyetiyle aşabilir.
Bu nedenle insanlığın önünde, millî demokratik devrimlerden sosyalizme uzanan bir devrimler dönemi bulunmaktadır. 20. yüzyılın başında girdiğimiz Emperyalizm, Millî Kurtuluş Savaşları ve Proleter Devrimler Çağı devam etmektedir. Devrim dalgası, çeyrek yüzyıllık bir geri çekilişten sonra, mafyalaşan emperyalizm koşullarında en büyük yükselişinin eşiğine gelmiştir.
Ya devrimler savaşı önler, ya savaş devrimlere yol açar seçenekleri bugün de geçerlidir. Savaşın devrimlere yol açması seçeneği ağır basmaktadır.
Türkiye’miz, burada kilit rol oynayacak bir ülke konumundadır ve bu anahtar işlevini yerine getirmeye başlamıştır bile. Türkiye, ABD emperyalizmine Asya’nın kapısını açmayacak, tam tersine Asya kapısını kilitleyerek hem insanlığın kurtuluşuna büyük katkılarda bulunacak hem de kendi kurtuluşunu gerçekleştirecektir.
II. ‘KÜÇÜK AMERİKA’ KRİZİABD Güdümlü SüperNATO Darbesi
Küreselleşme sürecinin Türkiye’de yol açtığı kriz, devletin dağılması ve milletin parçalanması aşamasına varmıştır. Son 3 Kasım 2002 seçimleri, istikrar getirmemiş, tam tersine krizi derinleştiren, istikrarsızlığı artıran sonuçlar doğurmuştur.
ABD, Mayıs ayından başlayarak, AKP-CHP hükümeti kurmak için bir operasyon yürüttü. Partimiz, Mayıs ayından başlayarak, ABD’nin Türkiye’yi içerden kuşatmayı amaçlayan bu hükümet planını sergiledi ve Millî Kuvvetlerin Hükümet Planı’nı ortaya koydu.
ABD Planı ancak, Milli Kuvvetlerin seçime, ‘tek başına hükümet’ hedefiyle birlikte girmesiyle bozulabilirdi.
Bu amaçla Millî Program’ı açıkladık ve milletin önüne çıkacak kararlı ve güvenilir bir önderliğin hızla oluşturulması için çaba sarfettik.
Önerimiz, görüşme yaptığımız herkes tarafından ‘tek çözüm’ olarak kabul edildi, ancak zamanın darlığı dile getirildi. Sonuç olarak Millî Kuvvetler, seçime bölünmüş olarak ve daha başından yenilgiyi kabul ederek girdiler. Millî Hükümet planının hayata geçmemesinin nedeni, Millî Kuvvetlerin arkada kalan Küçük Amerika döneminin ağırlıklarından ve denetiminden kurtulamamış olmalarıydı. ABD ile erken bir hesaplaşma kaygısı ağır bastı ve Türkiye kendisini içerden vuracak AKP hükümetine teslim edildi.
2002 Erken Seçimi, başından itibaren SüperNATO güdümünde yapıldı. Bu seçimin karakterini yansıtan en ilginç olgulardan biri, İşçi Partisi oylarını havuzlama amacıyla imal edilen Genç Parti olayıdır. Türkiye tarihinde ilk kez örgütü ve kökleri olmayan bir parti, SüperNATO desteğiyle ve büyük maddî imkânlarla ‘uçtu uçtu yapılarak’ üç ay içinde yüzde 7 oy oranına yükseltilmiştir. Bu olay, seçimlerin ne kadar güdümlü, sonuçların ne kadar toplumdan kopuk ve yapay olduğunu göstermektedir.
ABD’nin 3 Kasım 2002 tarihinde tamamladığı operasyon, ‘barışçı’ yoldan gerçekleştirilmiş bir devlet darbesidir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesi dışındaki bütün iktidar mevkileri, millî devlet yıkıcılarının eline geçmiştir. Atatürk’ün ölümünden 64 yıl sonra, başta İskenderpaşa Dergâhı olmak üzere Nakşibendiler’den, Fethullah Hocacılardan, Nurculardan vb oluşan ABD güdümlü tarikatlar koalisyonu, iktidarı bütünüyle ele geçirmiştir. Yine ABD güdümlü Kemal Derviş’in CHP’sine ise muhalefet görevi verilmiştir. Türkiye Devleti dağılıyor
Devlet dağılmaktadır. Bunun en çarpıcı belirtisi, artık ülkemizde Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve hukukunun değil, ABD ve AB’nin dayattığı emperyalist hukukun uygulanmasıdır. IMF İstikrar Programı, Kopenhag kriterleri, AB’ye Uyum Programları, Katılım Ortaklığı Belgeleri vb, artık en üstün otoriteyi temsil etmektedir. Türk devletine ait bütün kurumlar, hızla yetkisiz ve etkisiz hale gelmektedir. Türkiye’nin kanunları dışardan yapılmakta, yöneticiler dışardan atanmaktadır. Tayyip Erdoğan, Türkiye hukukuna göre, hiçbir yetki ve sorumluluğa sahip değilken, ABD tarafından fiilen başbakanlığa atanmıştır. Cumhurbaşkanı, bu atamanın gereklerini yerine getirmiştir. Meclis, bu atamaya yasal kılıf bulmak göreviyle karşı karşıya bırakılmıştır. Anayasa Mahkemesi bütünüyle devre dışı kalmıştır. Bu, yeni bir olay değildir, Kemal Derviş de Türkiye ekonomisinin patronluğuna atamayla yollanmıştı.Millet parçalanıyor
Bu süreç, aynı zamanda milletin parçalanması sürecidir. Milletimiz, etnik gruplara, mezheplere, tarikatlara, cemaatlere, ‘sivil toplum kuruluşlarına’ bölünmektedir. AB Kapısında bu bölünmeyi adım adım yerleştiren yeni bir harita yaratılmaktadır. Kürtçülük amacıyla örgütlenen partinin birinci olduğu iller, bu haritayı göstermektedir. Bu harita, Kurtuluş Savaşı’yla ve Cumhuriyet Devrimi’yle kurulan milletimizin, adım adım bölündüğünü, farklı duyguların yerleştirildiğini, bu duyguların adım adım farklı siyasal tercihler halinde istikrar kazandığını ve milletimiz içinde siyasal bir bölünmeye dönüştüğünü gösteriyor.
Etnik gruplara bölünme yanında mezhep ve tarikatlara bölünme süreci yaşanmaktadır. Yeni kurulan iktidarın kendisi bu bölünmeyi yansıtıyor. İktidar, bir tarikatlar koalisyonudur. Kemalist Devrim’in kaldırdığı ve yasadışı ilan ettiği bütün tarikat ve cemaatler yasallaştırılmıştır.Millî Ekonomi Çökertiliyor
24 Ocak 1980 Kararları, 1989 yılında çıkarılan 32 Sayılı Kararname, 1995 Avrupa Gümrük Birliği Antlaşması, 1999 AB’ye Aday Üyelik Protokolü’nün imzalanması, 2001 fiyatının Doların fiyatının dalgalanmaya bırakılması ve IMF İstikrar Programı’yla ülke ekonomisi çökertilmektedir. Tarıma destek akçalarının kaldırılması, gümrüklerin neredeyse sıfırlanması, yabancı paranın serbestçe giriş çıkışı, özelleştirme ve devletin küçültülmesi diye beş maddede özetleyebileceğimiz bu program, büyük bir yıkım getirmiştir. Millî tarım, millî sanayi ve millî bankacılık sistemi çökertilmekte, millî devletin ekonomik temeli olan iç pazar emperyalist tekellere teslim edilmektedir. Türk Lirası bizzat hükümetler tarafından hançerlenmekte, ülke ekonomisi Doların diktası altına düşmektedir. Devlet, borç batağına batırılmış, faizleri ödeyemez hale düşürülmüştür.
Sistemin üretim çarkı dönmüyor. 1300 büyük tefeciden, dolar ve borsa vurguncularından, hortumculardan ve tarikat şeflerinden oluşan bir mafya, üretim cihazını tahrip etmekte dir.
Bu süreçte, işçi ve çiftçisinden esnaf ve millî sanayicisine kadar bütün milletimiz yoksullaşmaktadır. ABD emperyalizminin şefleri, artık Türkiye’nin en önemli ihraç malının Türk Ordusu olduğunu açıkça yüzümüze söylemeye başlamışlardır. Tarımı ve sanayisi çökertilen, iç ticareti yabancıların eline geçen Türkiye’nin önüne Mehmetçiğin kanını pazarlama seçeneği konmuştur. Millî Devrimci Kültür Tasfiye Ediliyor
Cumhuriyet Devrimi kültürümüzün temel dayanakları olan yurtseverlik, halkçılık, toplumsal dayanışma, laiklik ve devrimcilik; elli yıldır emperyalizmin bireyci ve serbest piyasacı kültürünün saldırısı altındadır. Gençliğimiz, millî kimliğinden koparılarak Avrupalılaştırılmakta, yuppileştirilmekte ve uyuşturucu batağına itilmektedir. Çaresiz kalan insanlarımız hızla yaygınlaştırılan misyoner faaliyetiyle Hıristiyanlaşmaya zorlanmakta, kendi milletine ve vatanına yabancılaştırılmaktadır. ABD yönetimi, Lozan Antlaşması’nı çiğneyerek Fener Patrikhanesi’ni ökümenik olarak kabul etmiş, yani uluslararası bir şer karargâhına dönüştürmüştür. ABD ve AB’nin istihbarat örgütleri, çeşitli vakıflar ve kurumlar aracılığıyla, ülkemizde bir sivil toplum örgütleri ağı örmüş ve bu örgütleri kirli parayla besleyerek, Türkiye’ye karşı yıkıcı faaliyete yöneltmiştir. Millî Çelişme Baş Çelişme
Bugün en önemli gerçeğimiz, Türkiye’nin ABD ile nesnel olarak karşı karşıya geldiği olgusudur. Bunu ABD’nin kendisi saptamaktadır. CIA’nın 2000 yılında hazırladığı ‘21. Yüzyılın Eğilimleri-2015’ başlıkla raporda, Türkiye’nin çıkarlarının İran, Rusya ve Çin ile birleştiği açıkça saptanmıştır.
ABD, ülkemizin Asya ile yakınlaşma sürecini daha 1995 yılından itibaren görmüştür. 2000 yılı, ABD’nin Türkiye politikasında bir dönüm noktasını işaretlemiştir. ABD ordusunun ülkemiz şehirlerini işgal amaçlı ‘Binyılın Meydan Okuması 2002’ Tatbikatı’nın hazırlıklarına o tarihte girişilmiştir. Lozan’ın yıldönümü olan 24 Temmuz 2002 günü başlatılan bu tatbikat, artık ABD ile Türkiye’nin cephe cepheye geldiklerini bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştur. ABD’nin arkada kalan dönemde, Delta Force denen özel kuvvetleri aracılığıyla PKK’nin üç bin kişilik birliğini eğitmesi, Barzani’ye Türkiye’ye karşı kullanılmak üzere 200 stinger füzesi vermesi, Yunanistan’ı iki uçak gemisi ve modern silahlarla donatması, en son PKK’ye terör operasyonlarında kullanması için 125 milyon dolar vermesi ve Girit adasına yaptığı askerî yığınak, Türkiye’ye karşı düşmanca bir hazırlığın açık işaretleridir.
Bu koşullarda, millî çelişme, artık diğer çelişmelerin çözümünü belirlemektedir. Türkiye’nin geleceğinin Kuzey Irak ve Kıbrıs’ta düğümlendiği bir sürece girmiş bulunuyoruz. ABD, bölgemize yeni bir harita çizmek amacıyla müdahalede bulunmaktadır. Kuzey Irak’ta bir kukla devletin kurulması, ABD stratejisinin vazgeçilmez unsurudur. ABD’nin stratejik hedefi, Orta Asya’yı denetim altına almaktır. Kuzey Irak, hem Orta Asya’nın ele geçirilmesi hem de Orta Doğu’nun kontrolu açısından, ABD için belirleyici önemdedir. ABD’yi Kukla devlet kurmaktan vazgeçirmek, emperyalist devlet olmaktan vazgeçirmek anlamına gelmektedir.
Türkiye’nin ABD emperyalizmiyle çelişmesi, artık baş çelişmedir. Türkiye’nin sorunlarının çözümü, ABD emperyalizminin denetiminden kurtulmasına bağlıdır.
III. KRİZDEN DEVRİMCİ ÇIKIŞDevrim Milletin İhtiyacı Haline Geliyor
Türkiye, Batı’dan yöneltilen dayatmalara mecbur ve mahkum değildir. ABD’nin her hamlesine verilecek cevaplar vardır. Ve en önemlisi, artık çıkmaza giren, ABD’dir. Ekonomisi çökmekte olan ABD’nin hiçbir çıkış yolu bulunmuyor. Türkiye’yi işgal gibi ulaşılamayacak hedefleri önüne koymak zorunda kalması, ABD’nin çıkmazını yansıtıyor.
Türkiye ise çıkmazdan kurtulma sürecine girmektedir. Türkiye, varlığını sürdürebilmek için, ABD’den gelen tehdide karşı Kıbrıs ve Kuzey Irak’ta direnmek mecburiyetiyle karşı karşıya bırakılmıştır. Bu direnmenin, millî devleti ortadan kaldıran Avrupa Birliği’ne girme stratejisi içinde gerçekleştirilemeyeceği ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin AB aday üyeliğinden ve Avrupa Gümrük Birliği’nden çekilerek, Batı denetiminden kurtulması gündeme girmiş bulunuyor.
ABD’nin Irak’a saldırısı, Türkiye’yi kaçınılmaz olarak bağımsızlıkçı ve halkçı çözümlere yöneltiyor. Mevcut Olağanüstü Hal Kanunu ile Seferberlik ve Savaş Kanunu, Türkiye’nin bu gibi durumlarda neler yapabileceğini düzenlemiştir. O nedenle ABD’nin Türkiye’ye dayatmaları, Türkiye ekonomisi için bir çöküş değil, çıkış sürecinin kapısını açmaktadır.
Türkiye, Birinci Dünya Savaşı yıllarının sonunda yaşadığı tarihinin en derin krizinden devrimle çıkmıştı. Bugün yine öyle bir sürecin eşiğine gelmiştir. Türkiye’nin önündeki devrim, emperyalizm güdümlü büyük faizcileri, dolar ve borsa vurguncularını, hortumcu takımını ve tarikat şeyhlerini tasfiye edecektir. Millet, bu emperyalist güdümlü mafyayı tasfiye edemezse, Türkiye’nin millî devleti tasfiye olacaktır. Artık devrim, milletin ihtiyacı haline gelmektedir.
Bu koşullarda İşçi Partisi’nin ‘Millî Hükümetin İlk İşleri’ başlıklı programı, bölge merkezli politikası ve Avrasya Seçeneği, kaçınılmaz olarak uygulama gündemine girmekte, Türkiye’nin programı olmaktadır.Millet Direnir, Millî Devlet Direnir, Millî Ordu Direnir
Devletler bağımsızlık, milletler kurtuluş, halklar devrim istiyor. Bu üç akım, çağımızın ana akımlarıdır. Milletin, millî devletin ve millî ordunun direnmesi, ‘Emperyalizm, Millî Kurtuluş Savaşları ve Emekçi Devrimleri Çağı’nın tunç kanunudur.
Niçin tunç kanunudur’ Çünkü toplumsal-ekonomik temele dayanır. Başta işçi sınıfı, köylülük ve esnaf-zanaatkâr olmak üzere millî sanayici ve tüccarın menfaatleri millî devletin yaşamasını gerektiriyor. Ordu, bu çıkarların silahlı gücüdür. Bu çıkarlar, bir süre zaafa uğratılabilir, fakat teslim alma noktasına gelince, bu işin barışçı yoldan tamamlanması mümkün değildir. Bütün örnekler, bu tezi doğrulamıştır. Irak veya Yugoslavya’nın barışçı yoldan teslim alınamadığı, millî devlet için silahla direndiği bir dünyada, Türk devleti ve ordusunun direnmeyeceğini düşünmek, büyük yanılgıdır. 1918 yılı koşullarında, Dünya Savaşı yenilgisinden sonra bile silaha sarılan ve bugüne göre çok daha olumsuz koşullarda zafer kazanan Türk milletinin ve ordusunun ABD’ye boyun eğeceği iddiası, emperyalist devletlerin psikolojik savaş yalanlarının ötesinde bir dayanağa sahip değildir.
Türkiye Cumhuriyeti, silahla kurulmuştur ve ancak silahla yıkılabilir. Bütün olumsuz koşullara rağmen, Türk devletini yıkamayacaklardır. Bu yıkımın, millî cevabı gündemdedir.
Yalnız Kurtuluş Savaşı pratiği değil, son yılların pratiği de, bu saptamamızı doğruluyor: Türk ordusu, 1995 yılı Mart ayında Çelik Harekâtı’nı gerçekleştirerek, ABD’nin Kuzey Irak’taki hakimiyet alanına girmiştir. Bu askerî harekât, Türk ordusunun ‘kriz bölgelerine müdahale misyonu’nu reddetmesinin eylemli ifadesidir. Türk Silahlı Kuvvetleri, 1996 sonbaharında bir adım daha atarak, Irak hükümeti ve Barzani’yle birlikte ABD’nin Kuzey Irak’taki denetimine ağır darbe indirmiş, ABD’nin 3000 kişilik özel kuvveti Guam adasına gönderilmiştir. Arkasından Batı destekli irticaya karşı 28 Şubat 1997 MGK kararları gelmiştir. 1998 Aralık ayında ise, ABD güdümlü Çevik Bir darbesi boşa çıkarılmıştır. Türk ordusu, bu süreçlerden geçerek içindeki Batı destekli irticayı ve ABD işbirlikçisi unsurları temizlemiş ve cephesini Batı’dan gelen tehdide dönmüştür. Millî ordunun direnme süreci, 2001 yılı baharında Türkiye’nin Kuzey Irak’ta kukla devlet kurulmasını ‘savaş nedeni’ saymasıyla yeni bir aşamaya girmiştir.
Partimiz, bu gelişmenin tarihî önemini başından itibaren dikkatle saptamıştır. Bizi bütün siyasal kuvvetlerden ayıran bu doğru mevzilenme, devrime önderlik yeteneğimizin ve iktidar hedefine ilerlememizin belirleyici etkenlerindendir.
Biz İşçi Partisi olarak, şu an, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı konumda bulunuyoruz. Başka deyişle, Türkiye, 1919 yılında olduğu gibi, ancak silahla çözebileceği sorunlarla karşı karşıyadır. Ülkemize Kıbrıs ve Kuzey Irak’tan yöneltilen tehdit, silahlıdır. İç tehdit de, her an silahlı boyuta yönelecek eğilimler taşımaktadır. Bu durumda Türk ordusunun hem dış cephede, hem de iç hatlarda, emperyalizmi caydıracak ve gerekirse Türkiye’yi silahla savunacak bir güçte bulunması, Türkiye’nin geleceği açısından canalıcı önemdedir.
Bu yaşamsal sorunu anlamayan, üstelik ‘solculuk’ iddiasında bulunan güçler vardır. Bu grupların strateji düzlemindeki en temel hataları, bugünkü millî mevzilenmeyi ve ordunun bu mevzilenmedeki yerini ve önemini anlamamış olmalarıdır veya bağlantıları nedeniyle anlamamak zorunda bulunmalarıdır. Oralardan esen görüşler, zaman zaman partimiz saflarını da etkilemektedir.
Vatan savunmasının ön plana çıktığı koşullarda, Öncü Parti’nin görevi, Türkiye’nin milleti, devleti ve ordusuyla direnmesini sağlamak değilse nedir’ Sömürge olan bir Türkiye’de hangi devrimci görev yerine getirilebilecektir’ O zaman ordunuz yoksa, yeniden ordu inşa etmeniz gerekecektir. Peki ordunuz varken, niçin direnmesi için gayret göstermiyorsunuz’
Ordu direnecektir de, aslında ‘sol’olduğu söylenen saflardaki tartışma ‘Biz direnecek miyiz’ sorusuyla ilgilidir. Emperyalizme direnmek gibi bir niyeti olmayanlar, ordunun da direnmeyeceğini ispat peşindedirler. Böylece teslim olmak kolaylaştırılıyor. Bu yanlış mevzilenmede diretenler, halkımızdan kopmuş ve SüperNATO’nun avuçları içine düşmüşlerdir. Silinmelerinin ve artık SüperNATO görevleri bile yapamayacak hallere düşmelerinin temel nedeni budur.
Emperyalizme direnmek kararında olan İşçi Partisi ise, ordunun direneceğini kanıtlıyor. Yine İşçi Partisi, ordunun direncini sağlamlaştıracak, ordu ile millet arasındaki bağları pekiştirecek politikaları üretiyor ve bütün Millî Kuvvetlere direnme yönünü gösteren yapıcı bir tavır alıyor. Emperyalizmin Milli Kuvvetler veya ordu içinde ikilik çıkarma, fesat yaratma, ‘sol’ gösterip safları bölme tertiplerine karşı olağanüstü bir uyanıklık göstermemiz gereken günlere giriyoruz.
Başkası bu politikaları izlemiyor, doğru. Çünkü onlar, emperyalist sitemin içindeler, emekçi halkı temsil etmiyorlar, vatanı savunmak ve devrim yapmak gibi bir sorumluluğun altına girmiş değiller. Ordunun emperyalizme direnmesi, en başta emekçilerin ve siyasal düzlemde de devrimcilerin meselesidir. Yanlış Strateji Doğru Taktiklerle Düzeltilemiyor
Millî devletin dağıması ve milletin parçalanması sürecinin artık sonuna gelinmektedir. Ortadoğu’da yeni bir harita çizmek için bölge üzerindeki tehdidini ağırlaştıran ve Türkiye’ye kirli para akışını Kuzey Irak koşuluna bağlayan ABD, sistem dışı çözümlerin yolunu da göstermiş oluyor. Önümüzdeki uzun olmayan erimde, Türkiye’nin AB stratejisinden vazgeçmesi ve Millî Hükümetin kurulması kaçınılmazdır.
17-19 Aralık 1999 günlerinde Ankara’da toplanan 5. Genel Kongremizin kabul ettiği Merkez Komitesi Raporu’nun önümüze koyduğu ve arkada kalan Erken Seçim döneminde de ısrarla vurguladığımız Kemalist Devrim’i tamamlama stratejisinin ve Millî Hükümet hedefinin doğruluğu kanıtlanmıştır ve önümüzdeki dönem daha kuvetle kanıtlanacaktır.
Arkada kalan dönemde millî kuvvetler içinde, strateji düzleminde iki tutum göze çarpıyordu. Biri AB stratejisine ses çıkarmayarak taktik planda direnmek ve millî devleti savunmaktı. İşçi Partisi ise, millî devletin Avrupa Birliği stratejisi içinde taktik çırpınışlarla savunulamayacağı görüşündeydi. Millî devleti savunmak ve refah toplumu inşa etmek için, Kemalist Devrim stratejisine dönmenin zorunlu olduğunu sürekli vurguladık.
Üç yıllık tecrübe, bir kez daha göstermiştir ki, yanlış strateji doğru taktikler uygulanarak düzeltilemez. Türkiye, AB kapısında çarmıha gerilmiştir ve denetim altına alınmıştır. Dayatılan program, Türk ordusunun Kıbrıs’tan atılması, Ege’nin Türkiye’ye kapatılması, Kuzey Irak’taki kukla devletin resmileştirilmesi, Diyarbakır beyliği kurulması, Ermeni Soykırımı’nın kabul edilmesi, İstanbul’un Bizanslaştırılması ve Patriğin ökümenik olması gibi kapsamlı bir programdır. Bu programın her maddesi, ‘ver kurtul’ sloganlarıyla hayata geçirilmek isteniyor. Oysa toplamına bakıldığı zaman, vermemiz istenen Türkiye devletidir, Cumhuriyet Devrimi’dir, toprak bütünlüğümüzdür, egemenliğimizdir ve bağımsızlığın arta kalan kaleleridir.
Her iki taraf da bilmektedir ki, Türkiye ne Avrupa’ya alınacaktır, ne de girecektir. Alınacak olsaydı- Kıbrıs ve ege diye sorunlar olmazdı. ABD, bir hesaplaşma sürecinin yaşandığını biliyor ve boy ölçüşme anına Türkiye’yi zayıf düşürerek ilerlemektedir. Türkiye4nin millî güçleri ise zaman kazanma hesapları yapmaktadır. Oysa Avrupa kapısı’nda Türkiye direnme gücünü yitirmektedir.
Yanlış strateji, ellerinde mavi bayraklı, kendi devletine düşman kalabalıklar yaratmış, milletimizin bir bölümünü ABD ve AB güdümüne teslim etmiştir. Kısacası Avrupa kapısında milletimiz parçalanıyor, dayanağımızı kaybediyoruz.
Bu tecrübeden sonra artık Türkiye, AB aday üyeliğinden vazgeçme zorunluluğuyla karşı karşıyadır. İşçi Partisi’nin en önemli başarısı, öncelikle bu yanlış stratejinin düzeltilmesine önderlik etmesidir. Gütme Modelinin İflası
Millî Meclis, Millî Hükümet
İkinci olarak, millî kuvvetler içinde, 28 Şubat’tan bu yana hükümet modeline ilişkin iki ayrı tutum görülüyordu. Biri, gütme modeli diye adlandırılabilir. İkincisi ise, İşçi Partisi’nin temsil ettiği halk inisiyatifine dayanan Millî Hükümet politikasıdır.
ABD’nin 3 Kasım Darbesi , hükümeti karşı kuvvetlere bırakıp, sonra çeşitli yollardan gütme politikasının iflasını da ilan etmiştir.
Durum, Kurtuluş Savaşı dönemindeki gibidir. Gütme politikasıyla Kurtuluş Savaşı verilemezdi. Mustafa Kemal, İstanbul hükümetini etkisiz kılarak Milli Hükümet kurduğu için, bütün milleti ve imkanları seferber edebilmiş ve Anadolu İhtilali’ni zafere ulaştırabilmişti. Bugün de Millî Hükümet kurmak, Millî Devleti kurtarmanın merkezi görevidir ve şarttır.
Millî Hükümetin kurulması, Türkiye’nin ihtiyacı ve tarihî zorunluluk haline gelmiştir. İşçi Partisi, ABD tehdidine karşı milletin geleceğini temsil eden doğru mevzilenmesiyle ve krizden devrimci çıkış programıyla Millî Hükümetin merkezinde yer alacaktır.
Bu durumda 6. Genel Kongremiz, Partimizin önüne millî kuvetleri Millî Hükümet hedefiyle birleştirme, halk hareketiyle kurullacak bir Millî Hükümetin kuruluşuna katılma ve Türkiye’yi yönetme görevini koymaktadır.İkili İktidar Durumu ve İstikrarsızlık
ABD, Orta Asya’yı denetim alma hedefine yönelik dünya stratejisinde Türkiye’ye özel bir görev yüklemek istiyor. Bu görev, 1990’ların başlarından itibaren ABD belgelerinde ‘Kriz bölgelerine müdahale misyonu’ diye belirtiliyor. Türkiye politikasındaki kamplaşma bir süredir bu eksene oturmaktadır. ABD güdümlü yönetimler ve en son AKP yönetimi, ‘Mehmetçiğin kanını satma’ politikası diye özetlediğimiz bu misyonu benimserken, Türk Silahlı Kuvvetleri, 1995 Martı’ndaki Çelik Harekâtı’ndan bu yana kriz bölgelerinde ABD çıkarları için ateşe sürülmeyi reddetmektedir.
Bu süreçte 28 Şubat’la birlikte Türkiye’de ikili iktidar durumu ortaya çıkmıştı. ABD güdümlü iktidarların karşısında Türk Ordusu’nun da içinde bulunduğu Milli Kuvvetlerin iktidar odağı oluşmuştur.
SüperNATO’nun 3 Kasım 2002 darbesiyle ABD, hükümeti bütünüyle ele geçirmiş bulunuyor. Şimdi iki iktidar odağı, birbirinden daha da ayrışmıştır. İkili iktidar durumu, netleşmiştir. Bu tablodan istikrar cıkmaz. Yükselen savaş tehdidi, durumu daha da vahim kılmaktadır.
Türkiye Devleti ve Ordusunu İçerden Vuran
AKP Hükümetinin Halk İnisiyatifiyle Bertaraf EdilmesiMillî Devlet ve Ordu, hükümet mevzilerinden kuşatılmış bulunmaktadır. Hükümet, Kıbrıs ve Kuzey Irak cephelerinde direnen Millî Kuvvetleri arkadan vurmaktadır. Hükümette yer alan bakanların çoğu tarikat mensubudur. Cumhuriyet yıkıcılığı hükümet mevzilerine kurulmuştur. Türkiye, böyle bir hükümetle devam edemez, savaş koşullarını göğüsleyemez ve krizi aşamaz.
AKP yönetimi, daha hükümet kurulmadan Türkiye’yi tehdit eden Batı devletleriyle tertipler içinde olduğunu ortaya koymuştu ve hükümet kurulduktan sonra bu rolünü, bu kez iktidar olanaklarıyla sürdürüyor. AKP liderlerinin ABD’nin Kıbrıs, Kuzey Irak ve sözde ‘Ermeni soykırımı’ konusundaki dayatmalarına tam teslim durumunda oldukları apaçık meydandadır. ABD, AKP hükümetine bir taktik serbestî alanı bırakmamıştır. İşçi Partisi’nin erken seçim boyunca belirttiği gibi, AKP bir devlet darbesiyle hükümete getirilmiş olsa da, Türkiye’yi yönetememekte ve ABD’nin kendisine dayattığı programı uygulayamamaktadır.
Türkiye’nin kendisini içerden vuran bir hükümete tahammülü yoktur. Bu durumda, AKP iktidarına karşı güçlü bir halk hareketinin koşulları olmaktadır. Öyle görülüyor ki, bu halk hareketi, yalnız AKP’ye oy vermeyen kitleyi değil, AKP’ye oy veren kitleyi de kucaklayacaktır.Millî Kuvvetlerin Birliği
65 milyonluk milleti oluşturan işçiler, çiftçiler, küçük sermaye ve millî sermaye sınıflarının ittifak ve iktidar koşulları doğmuştur.
Partimiz 5. Genel Kongre’de Üç Birlik siyasetini saptamış ve görev olarak belirlemişti.
Millî çelişmenin belirleyici olduğu koşullarda, bütün millî kuvvetlerin birliği için gerekli zemin oluşmaktadır. Geldiğimiz aşamada, artık Kemalist-Sosyalist ittifakını değil, tekmil milletimizin birliğini öne çıkarmak durumundayız.
Halk ile ordu arasındaki birlik de hızla pekişmektedir. Kuzey Irak ve Kıbrıs üzerinden yöneltilen tehdide karşı direnmede gösterdiği kararlılık, Silahlı Kuvvetlerimize duyulan güveni güçlendirmiştir.
Türkiye Cephesi’nin inşasında iki ittifak düzlemi görülüyor.
Birincisi siyasal ittifak düzlemidir. Kıbrıs ve Kuzey Irak’ta Türkiye’nin bağımsızlık ve bütünlüğünü savunacak bir eylem birliği için geniş bir zemin oluşmuştur.
İkincisi ise stratejik ittifak düzlemidir ve program temelinde yapılacak ittifakları içermektedir. Millî devletin savunulması ve Kemalist Devrim’in tamamlanması, stratejik ittifakın esas programıdır.
6. Genel Kongremizin görevlendireceği Merkez Komitemiz, millî kuvvetleri Millî Hükümet amacıyla birleştirme görevini başarıyla yerine getirecektir.Avrasya İttifakının İnşası
Partimiz, 1995 yılı Nisan ayında Avrasya Seçeneği programını yayımladı. Bu Program, 22-24 Kasım 1996’da 4. Genel Kongre tarafından kabul edildi. 1996 ve 2000 yıllarında I. ve II. Uluslararası Avrasya Konferanslarının toplanmasına önderlik ettik. Ortadoğu’lu ve Balkan’lı komşularımız yanında, Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti başta olmak üzere Avrasya ülkeleri ile Türkiye arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi ve bir Avrasya Cephesi’nin inşası için başarılı çalışmalar yürüttük. Bu çalışmalarımız, insanlık tarihini etkileyen önemde sonuçlar vermektedir.
Türkiye’nin de bağımsız bir devlet olarak içinde yer alacağı Avrasya İttifakı’nın kuruluşu için koşullar olgunlaşmaktadır. Şanghay İşbirliği Örgütü, bu yönde atılmış çok önemli bir adımdır.
Avrasya’nın emekçi ve millî devrimci partilerinin dayanışmasını örgütleyen bir Avrasya Dayanışması’nın kurulması da gündemdedir. Bilindiği gibi 2000 yılı Nisan ayında gerçekleşen 2. Uluslararası Avrasya Konferansı’nda yedi partiden oluşan bir Avrasya İnisiyatifi Komitesi seçilmiş ve Komitenin yürütme görevi de Partimize verilmişti. Önümüzdeki yıl toplayacağımız 3. Uluslararası Avrasya Konferansı’nın gündemi, Avrasya Dayanışması Programı’nı kararlaştırmak ve Yürütme Komitesi’ni belirlemek olacaktır.
IV. TEORİ, STRATEJİ VE PROGRAMDA ISRAR İşçi Partisi Erken Seçimde Görevini Yaptı
Partimiz, kendi tarihindeki göreli en doğru, en güçlü dönemini yaşamaktadır. Teorik temelimiz oldukça sağlam, programımız büyük ölçüde doğru ve siyasetlerimiz halkımızın devrimci ihtiyaçlarına şimdilik cevap veren düzeydedir. Büyük devrimci önder Mustafa Kemal Atatürk’ün deyişiyle tarihin maddesini anlıyoruz.
Partimiz, krize devrimci çözümün öncü müfrezesidir. Geçmişte ‘Tarihin pususuna yatmak’ diyorduk. O çözüm aşamasına kadar görevimiz, kuvvet toplayarak ilerlemektir. Bugün düne göre daha geri bir noktada değil, daha ilerdeyiz. Partimiz Türkiye’de ameliyat gerektiği zaman görev verilecek hükümet seçeneği olarak halkın önemli bir kesiminin belleğine yerleşmiştir.
Bizim stratejik mücadele ilkelerimiz, öncülerden oluşan bir parti inşa etmek, kuvvet toplamak ve fırsat kollamaktır. Toplam olarak baktığımız zaman, 3 Kasım 2002 Seçimi’nden kuvvet kaybederek değil, önemli öncü kuvvetler kazanarak ve halkımızın önemli bir kesiminin iktidar tercihleri arasına girerek çıktık. Topladığımız kuvvet, Partimiz tarihinde görülmedik boyutlardadır. Bizim ölçümüz budur. Kuvvet kaybetmediğimiz, tersine kuvvet topladığımız için, seçimden yenilgiyle çıkmış değiliz. Her düzeydeki önderliğimizi ülkemizin çok değerli öncü kadrolarıyla güçlendirmek, milletimizin mücadelesine önderlik yeteneğimizi yükseltmek ve Örgütlenmede Büyük Atılımı gerçekleştirmek için, esaslı bir birikim yarattık. Hasan Yalçın Kongresi olarak adlandırdığımız 6. Genel Kongremize bu birikimle giriyoruz.
Teori Program ve Siyasetleri Öncü Yapar
Türkiye, derinleşen kriz koşullarında devrimci çözümlere ilerliyor. İşçi Partisi’nin milletimize önderlik ederek Kemalist Devrim’i tamamlama programını uygulayacağı tarihî bir döneme girdik. Bu koşullarda Partimizin öncü karakterini güçlendirmek ve halka önderlik yeteneğini geliştirmek görevleriyle karşı karşıyayız.
Birçok örgütümüz ve üyemizi, henüz bu görevlere yeterince hazırlayabilmiş değiliz. Toplumda yüzen gezen görüş ve değerlendirmeler, Partimiz saflarını da etkilenmektedir. Partimizin teori, strateji, program ve siyasetlerini, komşularımızın veya çevremizdeki sıradan insanların görüşlerine göre gözden geçirme önerilerine rastlanmaktadır.
Bilinç, kitlelere dışardan mı verilir, yoksa kitleler kendiliğinden mi bilinçlenirler’ Başka deyişle kitleleri öncü parti mi bilinçlendirir, yoksa kitleler mi öncü partinin teori, program ve siyasetlerini belirler’
Bu, yüzyıllık bir tartışmadır. Devrim pratikleri içinde çözüme kavuşturulmuştur. Ancak öncü partiler, kitleler içinde çalıştıkları için, bu sorunla sürekli olarak iç içe yaşarlar.
Teori, program ve siyasetleri, halk yapmaz, öncüler yapar. Öncü parti, kuşkusuz kitlle çalışması içinde halkın toplumsal- ekonomik durumunu ve taleplerini öğrenir. Ancak bilginin sistemli, bilimsel bilgiye, teoriye, stratejiye, programa ve siyasetlere dönüştürülmesi, öncünün işidir.
Bazı arkadaşlarımız, insanlığın büyük tecrübelerini bir kenara bırakarak, teori, program ve siyasetleri, sıradan insanlardan öğrenmeye kalkıyorlar. Oysa kitlelerin kendiliğinden bilinçlenmeyeceğini, ancak bir öncü tarafından bilinçlendirileceğini yeniden tartışacak değiliz. Bunlar, insanlığın arkada bıraktığı, cevapları kesin olarak verilmiş sorulardır.
Teorik Kılavuzumuz: Bilimsel Sosyalizm
Açıkça belirtilmese bile, seçim sonuçlarından acaba sosyalizmden söz etmesek gibi bir ders çıkaran üyelerimiz vardır.
Partimizin dünyayı anlamadaki teorik anahtarı ve dünyayı değiştirmedeki eylem kılavuzu, Bilimsel Sosyalizm’dir.
Bilimsel Sosyalizm, Atatürk’ün ‘Hayatta en hakiki yol gösterci’ diye tanımladığı bilimin kendisidir; insanlığın bilimde ulaştığı doruktur.
Kuşkusuz Bilimsel Sosyalizm, mutlak gerçeği elinde tuttuğu iddiasında değildir; doğrunun göreli olduğunu kabul eder ve gerçeğe daha fazla yaklaşma iddiasındadır. Bilimin kaynakları, üretimdir, bilimsel deneydir ve toplumsal pratiktir. İnsanlığın bu üç kaynaktan beslenen bilimsel hazinesi zenginleştikçe, Bilimsel Sosyalizm de gerçeği daha doğru açıklar.
Bilimsel Sosyalizmin reddedilmesi veya ihmal edilmesi, aslında bilimin reddedilmesidir. Biz, nasıl doğa bilimlerinde insanlığın bilimsel birikimini özümsemeye çalışıyorsak, aynı tutum toplum bilimleri için de geçerlidir. Ne var ki, toplum bilimi, toplumsal sistemi anlama ve değiştirme sorununu gündeme getirdiği için, daha inatçı bir sansürle ve baskıyla karşı karşıyadır. Bilimsel Sosyalizmi bir yük gibi gören tavrın kaynağı da, kapitalist ve emperyalist sistemdir. Bu konudaki önyargılar, yüzyıllar boyunca sistem tarafından topluma yerleştirilmiş, tabulara dönüşmüştür.
Oysa bilimsel sosyalizm bir yük değil, bir zafer kılavuzudur, doğru yolda ilerlemenin, vatana ve millete bağlılığın, halkın çıkarlarını savunmanın güvencesidir. Bu nedenle Öncü Parti, tabular önünde boyun eğmeyecektir, halka da bunu öğretecektir.
Atatürk’ün niçin Türk Devrimi’ne başarıyla önderlik ettiği ve doğru bir program saptadığı üzerinde durulmalıdır. Bu sorunun cevabını, genç zabit Mustafa Kemal’in henüz 23 yaşında iken, daha 5 Ocak 1904 günü not defterine yazdığı şu cümlede bulabiliriz: ‘Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı.’ (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. I, s. 15)
‘Maddeyi anlamak’, bunun için demokratik ve sosyalist devrimlerin teorik ve pratik birikimini değerlendirmek, Atatürk’ün bütün başarılarının sırrıdır. Bilimi kılavuz kabul etmede hiçbir bağnazlığı olmayan Atatürk, Sovyet Devrimi’nin kendisi için bilimsel bir kaynak olduğunu açıkça ve vurgulayarak ifade etmiştir. Lenin’in emperyalizm teorisine dayanan zalim ve mazluk milletler kamplaşması, devrimin doğuya kaydığı değerlendirmesi, Asya devrimciliği gibi teorik anahtarlar, halkçılık ve devletçilik ilkeleri hep Atatürk’ün Sovyet Devrimi tecrübelerinden esinlendiği verilerdir.
Mustafa Kemal, ‘maddeyi anladığı’, yani toplumun maddî sürecini doğru tahlil ettiği için, daha 1906 yılında bir millî devlet projesi yapmıştı, Osmanlı devleti ve toplumunun bağımsız bir cumhuriyete doğru gittiğini görüyordu. Ancak millî devlet henüz tarihin gündemine gelmemişti. Bu yüzden Mustafa Kemal, bir süre tarihin kenarına itilmiş gibi görüldü. Ancak Meşrutiyet tecrübesi, Osmanlı devletini yaşatma çabalarının sonuçsuz kalması ve Birinci Dünya Savaşı tecrübesi, Mustafa Kemal’in devrimci çözümünü kaçınılmaz olarak gündeme getirdi ve Atatürk 1919 başında kurtarıcı olarak tarih sahnesine çıktı.
Devrimci önderin Kurtuluş Savaşı pratiği de çok iyi incelenmelidir. 1920 yılında Devlet Sosyalizmini benimsemekte, hatta Hakimiyeti Milliye gazetesinin başyazılarında Türkiye’ye özgü, bağımsız bir Bolşevikliği savunmaktadır. 1920 yılı 13 Eylül günü Anayasa taslağı olarak Meclis’e sunduğu Halkçılık Programı, Bilimsel Sosyalizmin ışığında hazırlanmış esaslı bir programdır. Nitekim bu önerinin Meclis’te aylarca tartışılmasından sonra 20 Ocak 1921 günü kabul edilen 1921 Anayasası, ‘şuralar’ sistemini getirir ve Atatürk o zaman Anayasa’daki şuraların ‘Sovyetler’ anlamına geldiğini açıkça belirtir. Yine Atatürk, o zaman samimî olarak Komünist Enternasyonal’e üye olmak için başvurmuş, fakat Komintern’in başındaki dünya gerçeğinden kopuk Troçki-Zinoviev grubu, bu başvurunun önemini anlayamamıştır.
Türk Devrimi ile Sovyet Devrimi arasındaki bağlantı, teoriden önce pratik düzlemindedir. Mazlum Türkiye’nin Çanakkale’de emperyalizme direnmesi, Rus Çarlığı’nın yıkımını getirdi ve Sovyet devrimi’nin yolunu açtı. Sovyet Devrimi ise, Türkiye’yi paylaşmak izsteyen üç emperyalistten biri olan Çarlığı yıktı ve Türkiye’nin kurtuluş savaşı için sağlam bir cephe gerisi yarattı. Çanakkale direnişi olmasa, Ekim devrimi olmazdı ve Ekim devrimi olmasa Türk Devrimi olmazdı. Bugün Türkiye’de Bilimsel Sosyalizmin reddedilmesi, aslında Türk Devrimi’nin gerçekleşmesi koşullarının reddedilmesidir. Atatürk, gökten gönderilmemiştir; pratiği ve bilgi birikimiyle, çağımızın devrimci akımlarının tecrübeleri içinde Atatürk olmuştur.
Türk Devrimi de, kendi mecrası içinde ve dünya devriminin tecrübelerinden de yararlanarak doğru çözümlere varmıştır. 1923 İzmir İktisat Kongresi’nden sonra uygulanan bireysel girişimciliğin çözüm olmadığı 1930’a doğru saptanır ve devletçilik kabul edilir. 1930’lardaki resmî metinlerde ve ders kitaplarında, Kemalist önderliğin felsefesinin ‘Pratik Maddiyetçilik’ ve doktrininin de ‘Devlet Sosyalizmi’ olduğu ifade edilir. ‘Pratik maddiyetçilik’ kavramını, Marx ve Engels, 1845-46 yıllarında ‘Komünizm’le eşanlamlı olarak kullanmışlardır.
Atatürk’ün ‘Yurtta barış, cihanda barış’ sloganı da, aslında sosyalizmin ülküsüdür.
Bizzat Atatürk’ün esin kaynakları arasında yer alan Bilimsel Sosyalizmin Atatürkçülük adına reddedilmesinin ‘Atatürkçüleri’ ne hale getirdiğini görüyoruz. Bugün kendilerini ‘Atatürkçü’ diye tanımlayanlar, hiçbir konuda Atatürk’e benzeyen devrimci bir tutum içinde bulunmuyorlar. Hatta Avrupa Birliği projesinin peşine düşerek, Atatürk’ün kurduğu millî devleti yıkma ve Atatürk’ün Altı Ok programından bütünüyle vazgeçme durumuna bile düşmüşler, ne yazık ki Kemalizmin köhnediğini iddia eden Batı’lı emperyalistlerin kampına iltihak etmişlerdir. İşçi Partisi’ni bu tür rezilliklerden kurtaran kılavuz, Bilimsel Sosyalizmdir.
Bize Bilimsel Sosyalizmin Partimize zarar verdiğini söyleyen dostlarımız, İşçi Partisi’nin programının, stratejisinin ve siyasetlerinin doğru olduğunu kabul ediyorlar. O zaman düşünmeleri gerekir, İşçi Partisi niçin doğru program ve siyasetler üretebilmiştir’ Bunun başlıca nedeni, İşçi Partisi’nin ayaklarını Türkiye toprağına basarak yürüttüğü devrimci pratikler içinde yaratılmış olan teorik birikimdir. İşçi Partisi, bu teorik birikimle dünyayı ve Türkiye’yi anlamaya çalışır; olgulardan, yani pratikten hareket eder; teorisini pratiğe bakarak düzeltir ve geliştirir.
Hiçbir dostumuz, bizden bu tutumumuzu değiştirmemizi beklememelidir; tam tersine daha gelişmiş program, strateji ve siyasetler üretmemiz için, bu tutumda diretmemizi istemelidirler. Aksi takdirde İşçi Partisi de, diğer sistem partileri gibi olur, sistemin içinde sıkışır, Kemalist Devrim sahipsiz ve Türkiye toplumu öncüsüz kalır. İşçi Partisi, Ergenekon’daki demirci gibidir. Bilimsel Sosyalizm de, o demircinin ateşi yakma ve demiri dövme ustalığıdır.Stratejimiz: Kemalist Devrim’i Tamamlamak
İşçi Partisi, bilimsel bir tahlil yaparak, toplumumuzun içinde bulunduğu süreci saptıyor ve önümüzdeki devrimci adımın millî demokratik devrim olduğunu belirliyor. Türkiye’nin yüz elli yıldır devam eden millî demokratik devriminin en güçlü atılımı, Kemalist Devrim’dir. Bu nedenle toplumumuzun önündeki devrimci görev, Türkiye’ye özgü zeminde tanımlanacak olursa, Kemalist Devrim’i tamamlamaktır.
İşçi Partisi, yolu adım adım katetme, yemeği lokma lokma yeme gerçeğini kavrayarak, Kemalist Devrim’i tamamlama stratejisini de kendi içinde alt aşamalara bölmüştür. Partimizin ‘Millî Hükümetin İlk İşleri’ programı, bu bilimsel ve devrimci tavrın ürünüdür. Ne var ki, Erken Seçim tecrübesini tartışırken, bazı arkadaşlarımızın hortumcunun malına elkoyma, iç borçları takside bağlama ve içerdeki doları ve euroyu Türk Lirasına çevirme gibi program hedeflerinin bize oy kaybettirdiğinden yakındıklarını gördük.
Bu üç madde, Türkiye’nin mafya ekonomisinden kurtulmasının olmazsa olmaz koşullarıdır. IMF’nin İstikrar Programı’nın bu maddeleri hayata geçmek dışında bir seçeneği yoktur. Ve her üç madde de mecburen ve kesinlikle uygulanacaktır. Yoksa Türkiye sömürge olur. Matematik gerçek budur.
Üstelik her üç uygulama da, kapitalizmin dışında değil, kapitalizmin içindedir. Hiçbir kapitalizm, hortumcuyu, büyük tefeciyi ve yabancı para erbabını tepesinde tutarak ilerleyemez. Millî para, kapitalist gelişmenin de şartıdır.
İşçi Partisi’nin tarihsel devrimci işlevi, bugünkü aşamada mafya ekonomisinin tasfiyesidir. Bunu önüne koymayacak ve toplumu bu hedeflere seferber etmeyecekse, İşçi Partisi’ne gerek yoktur. O nedenle Partimiz içindeki bu tür yakınmalar, oy almak için diğer sistem partilerine benzeme önerilerilerinden başka bir anlam içermemektedir.
Kaldı ki Kemalist Devrim’in tamamlanması, mafya ekonomisinin tasfiye edilmesinin ötesinde uygulamaları içermektedir. Kemalist Devrim’den
Kesintisiz Olarak Sosyalizme İlerlemek
Atatürk, kendinden önceki devrimci pratiği ve Cumhuriyet’in ilk döneminin tecrübelerini değerlendirerek, 1930’larda Kemalist Devrim’in programını Altı Ok olarak formülleştirdi. Bu doğru bir çözümdü. Atatürk, Türkiye’nin demokratik devrim döneminde olduğunu saptamış, Fransız devrimi’nin yolunu izleyeceğimizi belirtmiş, ancak emperyalizm çağında bir Ezilen Dünya ülkesi olduğumuzu saptayarak, Batı’nın gelişmiş kapitalist ülkelerinden farklı bir demokratik devrim programı belirlemişti. Halkçılık, devletçilik ve devrimcilik, henüz taze yaşanmakta olan Sovyet Devrimi’nden alınmıştı ki, diğer Ezilen Dünya ülkeleri için de model oluşturdu. Mazlum milletlerin gecikmiş demokratik devrimleri, halkçı, devletçi ve devrimci olmaya mecburdu. Bu halkçılık, devletçilik ve devrimcilik, aynı zamanda Kemalist Devrim’in tamamlanmasıyla kesintisiz olarak sosyalizme geçmenin dinamiğini ve temelini de ifade etmektedir.
Öncü Parti, önündeki devrimci aşamadan sonra hangi programı izleyeceğini saptar ve saptamıştır. Toplumumuz, Kemalist Devrim’i tamamlayıp orada kazık çakmayacaktır. Atatürk de, bunu gördüğü için, ‘Çağdaş uygarlığın önünde olmak’ gibi ucu açık, devrimci bir formül belirlemiş ve ‘arasız devrimler’in birbirini izleyeceğini vurgulamıştır. Yine Atatürk, toplumların ilerde zalim ve mazlum kelimelerinin yeryüzünden silineceği; sınıf, renk ve ırk farklarının kalmadığı birer yüksek insanlık kitlesine dönüşeceğini ve bir uyum dünyasının kurulacağını da bilimsel gerçeklerden hareket ederek belirtmiştir. Atatürk, bir gün tarihin duracağı gibi bir safsataya hiçbir zaman bağlanmadı; emperyalizmin mahv ve nabut olacağını güneşin doğması kadar kesin bir gelecek olarak saptamıştı ve Kemalist Devrim’in tamamlanmasından sonra ilerlenecek yeni bir aşama olduğunu da biliyordu. Dahası Atatürk, birkaç kez tanımladığı gibi, insanlığın sınıfsız bir geleceğe ilerlediğini de görüyordu.
Öncü Parti’nin Kemalist Devrim’den sonrası için bir toplum projesinin olması, Kemalist Devrim’i tamamlamanın da şartıdır. Eğer Kemalist Devrim’den sonra tarih duracaksa, devrim sürdürülemez ve o zaman Türk Devrimi’nin son elli yılda bayşına gelenler yeniden yaşanır.
Atatürk, toplumumuzun önüne koyduğu Altı Ok programının ötesinde bir devrim davasına sahip olduğu için, devrimcilikte ısrar etti. Atatürk’e göre, bütün programlar, toplumsal ilişki ve kurumlar tarihseldi, yani tarihin belli dönemleri için geçerliydi ve miatlarını doldurduktan sonra yerlerini yeni bir topluma bırakmaları da kaçınılmazdı. Atatürk’ü dünya ölçeğinde bir devrimci pratiğin önderi yapan teorik temel budur.
Sosyalizme ilerleme davası, aynı zamanda Kemalist Devrim’i tamamlama görevinin olmazsa olmaz koşuludur. Bunu anlamak için dünya tarihine ve aynı zamanda sosyalizm hedefi olmayan bir kısım ‘Atatürkçü’lerin bugünkü hallerine bakmak yeter.
Burjuva demokratik devrimler, niçin kendi hedeflerini sonuna kadar izleyememişlerdir. Çünkü o devrimlerin burjuva hakimiyet sisteminin ötesine geçecek bir sınıfsal önderlik ve buna bağlı olarak yönelişleri yoktu.
İşte Türkiye’de İşçi Partisi’nde olan budur. İşçi Partisi, kesintisiz olarak sosyalizme ilerlemeyi amaçladığı için, Kemalist Devrim’i tamamlama irade ve dinamiğine sahiptir. Atatürk’ün önderlik ettiği devrim, bizim en önemli tarihsel mirasımız, en büyük devrimci birikimimizdir. Sosyalizm amacı ise, Kemalist Devrimi tamamlama irademizin en önemli güvencesidir.
İnsanlık hiç şüphesiz sosyalizmde de kazık çakmayacaktır, hatta sınıfsız toplum aşamasında da tıkanıp kalmayacaktır. Bugün ilerici olan toplumsal sistemler, miadlarını doldurdukları zaman gerici hale gelecektir ve insanlık tarafından aşılacaktır. Bunu görmeyenlerin ilericilik ve devrimcilikleri, her zaman sınırlıdır; önlerine koydukları görevleri yerine getirme yetenekleri de her zaman sınırlı kalacaktır.
Dünyada her şey tarihseldir ve insan toplumları varoldukça tarihin sonu yoktur. Parlamentarizm ve Devrimcilik
Mafyalaşan dünya emperyalist sisteminin ‘demokrasi’ ve ‘insan hakları’ adına parlattığı bütün sahtekârlıklar, Partimiz saflarını da kaçınılmaz olarak etkilemektedir. Mevcut parlamenter kurumların ve sözde ‘demokratik’ mekanizmaların içleri boşalmıştır. ‘Millî irade’ denen halk ve seçmen iradesi, emperyalist merkezlerin iradesi tarafından bastırılmış ve ezilmiştir. Türkiye’nin geleceğini belirleyen seçimler, hükümet ve parlamento imzalı kararlar, aslında çoğu zaman ABD Büyükelçisinin birkaç işbirlikçiye danışarak aldığı kararlarından başka bir şey değildir. Bu nedenle mevcut sistemin bu çürümüş karakteri konusunda, hem Partimiz üyelerini hem de toplumumuzu aydınlatmak, çok önemli bir görevdir. Türkiye’de demokrasi, yasama ve yürütme işlevlerini ABD ve AB’ye devrettiğimizin üstünü örten bugünkü kurumlarla değil, bunların yerine konacak halk iradesini temsil eden yeni ve devrimci kurumlar ve mekanizmaların inşasıyla gerçekleşetirilcektir.
V. ÖRGÜTLENME GÖREVLERİBirinci Görev:
Partinin Önderlik Yeteneğini Geliştirmek
Partimiz, son dönemde ve seçim çalışması sırasında çok önemli kadrolar kazandı. Denebilir ki, 1978 yılındaki kazanımdan sonra öncü özellikleri bakımından 24 senedir ilk kez böyle kuvvetli bir birikimle kucaklaşıyoruz. Daha önemlisi, büyük şehirlerde ve taşrada çok değerli kadrolar, İşçi Partisi’ne katılmaya hazırdır. Katılanlar ve katılmaya hazır olanları topladığımız zaman, Partimizin öncü karakterinde güçlü bir sıçrama gerçekleştirmenin imkânlarına kavuşmuş bulunuyoruz.
Bu önderlik birikimini, merkezden ilçelere kadar partimizin her düzeydeki önderlik birikimiyle kaynaştırmak ve önderlik yeteneğimizi nitelik olarak bir üst düzeye yükseltmek, örgütlenmedeki birinci görevdir.
Önderlik birikimi, önderlik edeceği gücün maddesini anlama yeteneği ve insanların gönlüne akan insanî özellikleri ve yaratıcı zekasıyla Hasan Yalçın, Partimiz için unutulmaz bir önder modelidir. Bu nedenle örgütlenmede Partimizin önderlik yeteneğini yükseltme görevini esas aldığımız 6. Genel Kongremize, Hasan Yalçın Kongresi adını veriyoruz.
Bu görevi başarmak için, kadro politikasında tutuculuğu aşmak ve kabuğu kırmak gerekiyor. İlk iş olarak, Partimize katılmaya hazır olan DSP, CHP, MHP, ÖDP, EMEP, TKP ve diğer partilerden veya partisiz kadroları tek tek belirleyerek, bu arkadaşlarla hızla görüşmeli ve onları Partimize katmalıyız. Önderlikleri baştan sona yeniden oluşturmak
Partimiz, ‘Hasan Yalçın Genel Kongresi’nden önderlikleri baştan sona güçlendirerek çıkacaktır. Bunun için Genel Başkan’dan başlayarak merkezden en alt birimlere kadar bütün önder kadrolar, yeniden ele alınmalı ve yönetimler bütün kademelerde Partimizin milletimize önderlik yeteneğini yükseltme ölçütüne göre yeniden belirlenmelidir. Önderliklerin en uygun bileşimlerle yeniden oluşturulması ve kadroların buna göre yerleştirilmesi, Genel Kongre sürecindeki birinci görevimizdir. Öncü Devrimci Birikim ile
Kitlelere Önderlik Tecrübesini Kaynaştırmak
Yeni önderlik planımızı yaparken, arkada kalan 35 yılın tecrübeleri içinde oluşan devrimci önderlikler ile yeni katılan arkadaşların kitlelere önderlik ve uzmanlık birikimlerini kaynaştırmaya dikkat edeceğiz.
Yeni kadrolar, farklı tecrübelerden geliyorlar. Çeşitli kitle partilerinin tecrübelerini Partimize getiriyorlar. İkincisi, yeni katılan arkadaşlarımızın uzmanlık birikimi yanında, planlı, sistemli ve verimli çalışmalara önderlik yetenekleri de bulunmaktadır. Bunlar, partimizin kitlelere önderlikte ve çalışma tarzını düzeltmede yakıcı ihtiyacımız olan özelliklerdir. Yaratıcılık ve İcatçılık
Partimizin bugünkü kadroları 40 yıla yaklaşan bir mücadele döneminden geliyorlar. İstikrarlı bir önderliğimizin bulunması, Partimizin en olumlu özelliklerinden biridir. Ancak bu istikrarlı önderlik, aynı zamanda ve kaçınılmaz olarak örgütlenme ve çalışma tarzında belli bir tutuculuğun yerleşmesini de ifade etmektedir. Şimdi istikrarlı önderliğimiz sayesinde devrimciliğimizi pekiştirirken, alışılmış örgütlenme ve çalışma tarzını da yeni kadroların yardımıyla aşmamız gerekiyor.
Partimiz, tarihindeki en önemli sıçramanın içine girmiştir. Öncü parti döneminden geniş kitlelere önderlik dönemine geçiyoruz. Bu sıçramayı başarıyla yerine getirmemiz için, yaratıcılığa ve icatçılığa büyük ihtiyaç var. Bu yöndeki ciddî öneriler tartışılmalı ve denenmelidir.Planlı, sistemli, verimli çalışma
Partimize planlı, sistemli, verimli bir çalışma tarzı yerleştirmek için yeterli birikim oluşmuştur. Şimdi bütün mesele, bütün parti örgütünde, alışkanlıkları yenmek ve sistemli çalışma için başarılı bir eğitim programı uygulamaktır.
Parti Akademisi’nin kurulması, Parti Okulu’nun kurumlaşması, Köy Önderler Okulu’nun tecrübeler değerlendirilerek yeniden örgütlenmesi, Partide eğitimin pratiğe hizmet eden düzenli bir faaliyet olarak yerleşmesi, önümüzdeki görevlerdir. Profesyonel Kadrolarda Önderlik Ölçütü
Profesyonel kadrolar, Öncü Parti için şarttır. Ancak kitlelerden kopuk ve bürokratik bir profesyonelleşme, aynı zamanda revizyonizmin en önemli kaynaklarından biridir.
Önümüzdeki dönem profesyonel kadroların atanmasında devrimci önderlik ölçütlerini sıkı tutacağız.
Her örgütümüz, bir kadro planı ya;pacak ve hangi görevlerin profeszyonel kadrolarca yürütüleceğini kendi ihtiyaçlarına göre belirleyeceklerdir.
Yeni profesyonel kadro tahsisi ve tahsis edilen kadroya yapılacak tayinler, her düzeyde yönetim kurulları kararıyla belirlenecektir.Tüzüğümüzdeki Ödenti Şartının Uygulanması
Programı kabul etmek, bir parti örgütünde çalışmak ve ödentiyi düzenli olarak ödemek, partimizin üyelik görevleridir. Bu görevlerin yerine getirilmesi, üyelerimize eğitimle ve pratik içinde kavratılacaktır.
Aylık ödentiyi bu kongremizde asgari ücretin en az 200’de biri olarak belirliyoruz. Bu miktar, aşağı yukarı ayda bir paket sigara veya günde bir sigara değerindedir ve en yoksul üyemiz için bile bir yük değildir ancak üyelik bilincinin olmazsa olmaz gereğidir. Her üyenin ödentisini düzenli olarak ödemesi, miktardan çok daha önemlidir. Parti örgütlerimiz, her üyesini ödentisini düzenli ödeyecek bir bilince ulaştırmayı, öncü parti nitelliğinin şartı olarak önlerine koyacak ve uygulayacaklardır.
Tutulacak Halka: Kaynak Yaratmak
Partimizin Millî Hükümet için mücadelede millete önderlik görevini yerine getirmesi için parasal kaynaklarını güçlendirmesi gerekiyor. Parasal kaynak yaratmak, bugün tutulacak halkadır. Bu konuda hızlı başarılar kazanmak, medyanın inşasını tamamlamak ve örgütlenme atağını gerçekleştirmek açısından belirleyici önemdedir. Bunu başarmak için, bugün en yetenekli kadrolar, kaynak yaratma görevinin başına getirilmelidir.Medyanın İnşasını Tamamlamak
Türkiye tarihinde medyanın elbette bir araç olarak en belirleyici olduğu seçimden çıktık. Yalnız seçim meselesi değil, insan kirlenmesinde de medyanın yıkıcı bir rolü var. Türkiye, insan malzemesini yitirmektedir. Bu nedenle halkçı ve devrimci medya araçlarının inşası yolunda atılan adımları tamamlamak öncelikli görevdir. Örgütlenmede Büyük Atılım
Partimiz, 6. Genel Kongre döneminde, önderlik yeteneğini yükselterek, Örgütlenmede Büyük Atılım’ı gerçekleştirmenin önkoşulunu yaratacaktır. Bugün Türkiyemizin hemen hemen bütün beldelerinde, Partimizi örgütleyecek kadrolar ortaya çıkmıştır. Bütün mesele, bu kadrolara yetenekli önderlerle ulaşmak, onları örgütlemek, yeni kurulan örgütleri yöneterek milletimizin Milli Meclis ve Millî Hükümet kurma mücadelesine önderlik etmektir.
KARAR TASARISI
İşçi Partisi Merkez Komitesi’nin
İlk Öğretimden Üniversite Sonuna Kadar
Türkçe Eğitim ve Öğretim Kararı
Kabul tarihi: 10 Şubat 2002
İlan tarihi: 3 Mart 2002, Tevhidi Tedrisat Kanunu’nun 78. yıldönümü
9-10 Şubat 2002 günleri, Ankara’da genişletilmiş olarak toplanan İşçi Partisi Merkez Komitesi, Batı devletlerinin güdümünde yürütülmeye çalışılan ’Kürtçe Eğitim Kampanyası’nı ve bu yöndeki talepleri, bütün boyutlarıyla tartışmış ve aşağıdaki kararı, oybirliğiyle almıştır. 1. Kürt sorunu, demokratik haklar açısından fiilen çözüldü.
Türkiye’de Kürt sorunu, demokratik haklar açısından esas olarak fiilen çözülmüş bulunuyor. ‘Kürt gerçekliğinin’ kabulü; Kürtçe konuşma, yazma, öğrenme, yayın yapma; Kürt dilini, tarihini ve kültürünü araştırma gibi özgürlükler; uzun ve çetin demokratik mücadelelerden sonra, Partimizin de önemli katkılarıyla artık esas olarak hayata geçmiştir. Öte yandan Kürt yurttaşlarımıza karşı eşitsiz uygulamalar ve çeşitli haksızlıklar, büyük ölçüde giderilmiştir ve Türk ve Kürt tekmil milletimizin birlik ve barış içinde ilerlemesinin koşulları özgürlükler açısından esas olarak sağlanmıştır. Türkiye halkının ortak demokratik mücadelesinin ürünü olan bütün bu kazanımların, önümüzdeki dönem pekiştirileceği ve hukuka geçirileceği bir sürece girilmiştir.2. Kürt sorunu, artık emperyalizme karşı birlik ve mücadele sorunudur.
Demokratik hakların fiilen gerçekleşmesinden sonra, özellikle bugün ABD’nin Kuzey Irak’ta müdahaleye hazırlandığı ve Batı’lı emperyalistlerin ülkemizde ayrılıkçılığı kışkırttığı koşullarda, Kürt sorunu artık emperyalizme karşı birleşme ve mücadele sorunudur. Kazanılan özgürlükleri pekiştirecek tavır budur.3. ‘Kürtçe eğitim’ vb kampanyalar Batı’da planlandı.
Kürt sorununun özgürlükler açısından esas olarak, fiilen çözüldüğü ve birlik ihtiyacının yakıcı olarak öne çıktığı bir ortamda, ‘Kürtlere özgürlük’ sloganının emperyalist amaçlarla kullanıldığı açıkça görülmektedir. ABD ve AB işbirlikçiliğinde başı çeken ANAP ve AKP gibi mafya-tarikat rejimini savunan partiler yanında, TÜSİAD, Batı güdümlü Kürt ayrılıkçılığı ve NGO’lar; ‘Kürtlerin demokratik talepleri’ni Türkiye’de iç yıkıcılığı kışkırtma faaliyetinin bayrağı haline getirmişlerdir. ‘Kürtçe eğitim’, ‘PKK’yi yasallaştırma’ ve ‘Kürt kimliğini istiyorum’ türünden kampanyalar, bu amaçla Batı’da planlanmıştır ve Batı’nın güdümünde örgütlü olarak yürütülmektedir.4. Anadil, herkesin en iyi bildiği ve toplum hayatının her alanında en iyi konumda olmasını sağlayan dildir.
Ana dille eğitim, kuşkusuz evrensel bir haktır. Ancak ana dil, bir insanın ırksal kökenindeki dil değil, en iyi bildiği ve toplum hayatının her alanında en iyi konumda olmasını sağlayan dildir.
Türkiye’de Kürt yurttaşlarımızın büyük çoğunluğunun en iyi bildiği dil, Kürtçe veya Zazaca veya bu dillerin çeşitli lehçeleri değil, Türkçedir.
Ayrıca Türkçe, hem Türkiye ölçeğinde bütün yurttaşlarımız arasındaki; hem de Kürt yurttaşlarımız arasındaki ortak anlaşma aracıdır. Türk-Kürt tekmil milletimizin anlaşma dili Türkçedir.
Kürt yurttaşlarımız, toplum hayatının her alanında, çalışma hayatında, ekonomide, ticarette, siyasette, kültürde vb Türkçe konuşarak ve yazarak yaşamakta, etkili olabilmekte, kendilerini geliştirebilmekte ve halkımızın geleceğine katkıda bulunmaktadırlar. Kürtçenin çeşitli lehçelerinin devlet okullarında öğretilmesinin, iş ve kamu hayatında bir karşılığı, uygulama kabiliyeti ve işlevi yoktur.
Bu nedenlerle bütün yurttaşlarımız gibi Kürt yurttaşlarımızın refahı, mutluluğu ve gelişmeleri de, her yurttaşın en iyi bildiği, ortak dilimiz Türkçeyi daha iyi öğrenmelerine, daha iyi eğitilmelerine ve eşitliğin her alanda gerçekleştirilmesi için gerekli imkanların devletçe sağlanmasına bağlıdır. 5. İsteyene Kürtçe öğrenme ve araştırma olanağı devletçe sağlanacak.
Bugün Türkiye’mizde Kürtçe konuşma, yazma, yayın yapma, öğrenme ve araştırma özgürlüğü vardır. İsteyen yurttaşlarımızın bu özgürlüklerini kullanmaları için gerekli yardım ve araçları sağlamak, bağımsızlıkçı ve halkçı hükümetin görevidir. 6. Okullarda Kürtçe öğretim imkansız ve işlevsiz.
Ancak okullarda Kürtçe öğretim sisteminin getirilmesi, hem mümkün değildir, hem de Kürt yurttaşlarımızın gelişmelerine hizmet etmez. Çünkü Kürtçe öğretim için, önce bütün Kürt yurttaşlarımızın bildiği ortak bir Kürt dilinin yaratılması, sonra bu ortak Kürtçenin geliştirilmesi ve öğretilmesi gerekir. Kabul edileceği varsayılan ‘ortak Kürtçe’, Kürt yurttaşlarımızın çoğunluğu açısından, anadil olmayacağı gibi, toplum hayatında da işlevsel olmayacaktır. Çünkü Türkiye’de Kürtçenin herhangi bir lehçesiyle iş hayatına katılmak, kamu hizmetinden yararlanmak ve kamu görevi yapmak, bugün için de yarın için de mümkün ve mantıklı değildir. 7. Okullarda Kürtçe öğretim, ancak ayrı devlet amacıyla açıklanabilir.
Bu gerçekler ışığında, ‘okullarda Kürtçe öğretim’ talebi, aslında en azından yarım yüzyılı aşacak bir süre ‘ortak Kürtçe’ yaratma ve yaratılacak ‘ortak Kürtçe’yi okullarda öğretme amacından başka bir şeye hizmet etmez. Böyle bir çaba içine girmek ise, Kürt yurttaşlarımızı kuruluşuna asli unsur olarak katıldıkları Türkiye Cumhuriyeti’nden ayırmaya ve emperyalizmin güdümünde ayrı bir devlet kurmaya yöneltmekten başka bir anlam taşımaz.
Kürtler dahil bütün Türkiye halkına, milli boğazlaşmalar, emperyalizme esaret, Ortaçağ karanlığı, felaket ve acıdan başka hiçbir şey getirmeyecek olan böyle bir faaliyete karşı sımsıkı kenetlenmek ve Türkiyemizin birliğini savunmak; her yurttaşımızın görevi ve sorumluluğudur. 8. İlköğretimden üniversite sonuna kadar bağımsızlıkçı, halkçı, aydınlanmacı, kardeşlikten yana, devrimci, parasız Türkçe eğitim ve öğretim.
Bir erken seçimle İşçi Partisi önderliğinde kurulacak olan Milli Hükümet, Cumhuriyet Devrimimizin Tevhidi Tedrisat (Öğretimin Birliği) ilkesini, ilköğretimden üniversite sonuna kadar bütün okullarda yeniden hayata geçirecek; bugün İngilizce gibi yabancı dillerle öğretim yapan okul ve üniversiteler dahil bütün eğitim ve öğretim kurumlarında Türkçe eğitim ve öğretimi gerçekleştirecek; yabancı dilleri öğretim kurumlarımızda en iyi bir şekilde öğretecek; holdinglere, vakıflara, tarikatlara, yabancı kuruluşlara ait bütün okul ve üniversiteleri kamulaştıracaktır. 9. Devrimci Eğitim ve Aydınlanma Seferberliği.
Milli Hükümet; vatanımıza ve halkımıza hizmet ruhuyla dolu, ekonomide verimli, emeğe saygılı, kardeşlik bilinci sağlam, dayanışmacı, toplumcu ve devrimci bir gençlik yetiştirmek ve bütün yurttaşlarımızı bu temel ilkeler ışığında yeniden eğitmek için, devletin ve toplumun bütün imkanlarını seferber ederek Devrimci Eğitim ve Aydınlanma seferberliği yürütecektir. Tekmil milletimizi emperyalizme karşı sımsıkı birleşmeye çağırıyoruz.
İşçi Partisi Merkez Komitesi’nin ‘İlk Öğretimden Üniversite Sonuna Kadar Türkçe Eğitim ve Öğretim Kararı’nı, Cumhuriyet Devrimimiz’in Tevhidi Tedrisat Kanunu’nun 78. yıldönümünde Türkiye halkına ilan ediyor; tekmil milletimizi emperyalizme karşı sımsıkı birleşmeye ve bu kararı hayata geçirmeye çağırıyoruz.
Millî Hükümetin İlk İşleri
-Sekiz kararname, beş kanun-
PARA PİYASALARI VE BORSALARDAKİ KOMEDİ
Kemal Derviş’in Türkiye ekonomisini batırmak ve doları 2 milyon Liraya çıkartmak için Türkiye’ye yollandığı artık kanıtlanmış bulunuyor.
Şu doların iniş çıkışları ve borsa, komediye dönüşmüştür. Geçen sefer Cumhurbaşkanı Anayasa kitabını Hüsamettin Özkan’a attı diye para piyasaları ve borsalarda 7 şiddetinde bir deprem olmuştu. Bu kez de Enis Öksüz konuşuyor, dolar fırlıyor, Enis Öksüz istifa ettiriliyor; dolar iner gibi oluyor. Bütün bunların “reel” dedikleri gerçek ekonomiyle ne ilgisi vardır? Enis Öksüz konuştuğu zaman, fabrikaların şalterleri mi kapanıyor, çiftçiler biçerdöğerleri mi durduruyor, çarşılarda kepenkler mi indiriliyor?
BİZ DÜNYAYA AÇILMADIK DÜNYA BİZE AÇILDI
Kriz dedikleri aslında dolar piyasası ve borsadaki sarsıntılardır; yoksa üretimde ve malların dolaşımında işlerin durması için bir neden yok. Özal’ın “dünyaya açılma” dediği programın uygulamasıyla biz dünyaya açılmamışız, fakat dünya bize açılmıştır. Doların giriş çıkışının serbest bırakılması ve İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nın bir kirli para aklama mekanizması işlevi görmesiyle, Türkiye, kirli para cenneti haline getirilmiş ve doların diktası altına girmiştir. Türk Lirası, kendi özvatanından sürülmüş, Türkiye doları basan ABD Merkez Bankası’nın ve dünya kara para merkezlerinin denetimi altına sokulmuştur.
DIŞARDAN YÜRÜTÜLEN EKONOMİYİ ÇÖKERTME OPERASYONU
Ekonomiden biraz anlayan, Anayasa fırlatıldı veya falanca bakan konuştu diye kriz olmayacağını bilir. Türkiye’nin başına gelen olay, dışardan yürütülen ekonomiyi çökertme operasyonudur. Ecevit ve Bahçeli, “Türkiye üzerinde oyunlar oynanıyor” diye mırıldanıyorlar; ama kendileri de bu oyunların aktörleri arasındadırlar. Başroldeki maaşlı Dünya Bankası elemanı Derviş’i tepemize getirtip oturtan da onlardır. Buğday fiyatının saptanmasından Telekom yönetiminin atanmasına kadar bütün hükümet yetkilerini ABD emperyalizmine terketmişlerdir. Dahası ülkemizi dışardan yürütülen operasyonlar karşısında savunmasız bırakma işlevini yürütmektedirler.
EKONOMİNİN ULUSAL KUMANDA SİSTEMİ TAHRİP EDİLDİ
Türkiye’nin ne kapısı kalmıştır, ne de bacası! Dolar ve eroin parası bir yönden girip öbür yönden çıkmaktadır. Türkiye’nin ekonomiye kumanda sistemi tahrip edilmiştir; kendi parası yoktur; Merkez Bankası’nın bir tek ismi kalmıştır; böylece Türkiye ekonomisi kayalıkların ortasında dümensiz kalmış bir gemi durumuna düşürülmüştür. Avrupa Gümrük Birliği’ne girilerek ülkenin gümrükleri yıkılmıştır. Oysa bir ülkeyi, yalnız sınır kuleleri ve dikenli teller beklemez; aynı zamanda gümrükler bekler. Gümrükleri yıkılan Türkiye’nin çarşılarını filler işgal etmiştir. Ülkenin esnafı, zenaatkarı, sanayicisi ve tüccarı, bu kez Timur’un fillerinin değil, ABD ve Avrupa fillerinin ayakları altında kalmıştır.
DIŞTAN KUMANDALI DÖVİZ PİYASALARI VE BORSALARLA GERÇEK EKONOMİNİN BAĞLARINI KESECEĞİZ
Türkiye hükümetleri, Özal’dan bu yana, ekonominin ulusal kumanda sistemini dağıttıkları için, dolar ve kağıt borsaları, gerçek piyasaları da etkiliyor. Buradan ülke ekonomisi adına tek bir sonuç çıkar: Dıştan kumandalı döviz piyasasının ve borsaların gerçek ekonomi üzerindeki etkisine son verirsiniz, olur biter. Bütün mesele, Türkiye ekonomisini uzaktan kumandaya teslim eden mekanizmaları ortadan kaldırmakta, ekonominin ulusal kumanda sistemini yeniden kurmakta ve iç pazarı koruyarak Türkiye ekonomisini yeniden planlı üretim rayına oturtmaktadır.
Bunlar yapılmadığı sürece, kurulan bütün hükümetler, Ecevit-Bahçeli-Yılmaz yönetiminin perişan haline düşecektir. Ekonomiye kumanda sistemi olmayınca, iktidarlar hükümet rolü oynamaktan başka bir şey yapamıyorlar. Türkiye’ye asıl hükmedenler, dolar giriş çıkışını ellerinde tutan uluslararası merkezler ve kirli para patronlarıdır; borsanın kirli para aklayıcılarıdır; ABD Merkez Bankası’dır vb.
Bu durumda Ecevit, Bahçeli ve Mesut Yılmaz, manken başbakan ve manken başbakan yardımcıları olarak vitrinde duruyorlar. Ulusal kumanda sistemi kurulmadan başbakan olacak herkesin mankenlikten öte bir işlevi olmayacaktır. Teknokrat hükümetinin görevi ise, çöküş sürecine hız vermek için vites büyütmektir.
ULUSAL EKONOMİYE KUMANDA SİSTEMİNİ YENİDEN KURACAĞIZ
Bugün hükümete geldiği zaman, manken konumuna düşmeyecek tek parti, İşçi Partisi’dir. Çünkü İşçi Partisi, ulusal ekonomiye kumanda sistemini yeniden kurmayı ve işletmeyi esas alan bir çözüm programı yapmıştır. İşçi Partisi Merkez Komitesi’nin 17 Haziran 2001 günlü toplantısında son katkılar yapılarak kararlaştırılan bu program, krize çözüm getirecek tek, ama tek programdır.
Kemal Derviş’e uygulatılan uzaktan kumandalı program, krizi, çözmeyi değil, derinleştirmeyi esas alıyor. Çünkü bu uygulamanın özü, ekonominin ulusal kumanda sisteminin son çarklarını ve kollarını da kırmaktır.
İşçi Partisi’nin 50 maddelik programı, göreceksiniz, önümüzdeki birkaç yıl içinde uygulanacaktır; bu kaçınılmazdır. Aslında bu programın bazı maddeleri zorunlu olarak uygulanmaya başlamıştır bile. Örneğin bankaların birer birer fona devredilmesi, bir tür kamulaştırmadan başka bir şey değildir. Batırılan bankalar, aynı zamanda devletin alacaklısıdır. Bu bankalar, devletin eline geçince, iç borçların tasfiyesi de gündeme gelmektedir.
İşçi Partisi’nin elli maddelik Halkçı-Devletçi Ekonomi Programı’nın içinde öncelikle uygulanması gerekenler, ekonomimize uzaktan kumanda sistemini birkaç ay içinde etkisiz kılacak ve ulusal kumanda sisteminin inşasını başlatacaktır. Milli Hükümet kurulur kurulmaz çıkaracağı sekiz kararname ve beş kanun, bu amaca yöneliktir:
BİRİNCİ KARARNAME: YASTIK ALTINDAKİ 48 MİLYAR DOLARLIK DÖVİZ BİR AY İÇİNDE TÜRK LİRASIYLA DEĞİŞTİRİLECEK
Merkez Bankası uzmanlarının yaptıkları hesaplara göre, Nisan 2001 başlarında Türkiye‘de yastık altındaki döviz tutarı, toplam 48 milyar dolardı. Buna karşılık aynı tarihte emisyondaki Türk Lirası, 3,8 katrliyon Türk Lirası idi. Bunun 360 trilyonu banka kasalarında olduğuna göre, piyasada 3,4 katrliyon Türk Lirası dolaşıyordu. O zamanın Dolar fiyatına göre hesap edersek, piyasada 3 milyar Dolarla eşdeğer Türk Lirası bulunuyordu. Yani iç pazarda bulunan paranın yüzde 94’ü yabancı para (çoğu Dolar), ancak yüzde 6’sı Türk Lirası’ydı. Özal ekonomisini 12 yıldır uygulayan dolarcı iktidarlar, Türk Lirasının sırtını yere getirmişlerdir. Döviz mevduat hesapları da katılırsa, bugün Türkiye’deki yabancı para, 100 milyar Doların üstündedir. Başka deyişle Türkiye ABD ve Avrupa’ya 100 milyar dolardan fazla yardım yapmış, bağışta bulunmuş, haraç vermiştir. Ayrıca piyasayı Doların istila etmesi, Türk hükümetinin devreden çıkması ve ülkenin para politikasına ABD Merkez Bankası’nın hükmetmesi anlamını da içermektedir.
Milli para yoksa, o topraklarda milli ekonomi de olmaz, milli devlet de olmaz, milli hükümet de olmaz.
Milli Hükümet, çıkaracağı ilk kararnameyle, Türkiye’de Dolar ve Mark’ın, kısacası nakit dövizin iç piyasada dolaşımını yasaklayacak, ulusal piyasada Türk Lirasının rakipsiz dolaşımını sağlayacak ve döviz büfelerinin faaliyetine son verecektir. Bu kararname, Özal’ın 11 Ağustos 1989 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 32 Sayılı Kararnamesini derhal kaldıracaktır. Herkes, cebindeki, kasasındaki, yastığının altındaki Dolar ve Markı en geç bir ay içinde bankalara getirecek ve rayiç bedel üzerinden Türk Lirasıyla değiştirecektir. Bir dolarla bir litre benzin alan vatandaş, doların karşılığı olan Türk Lirasıyla yine 1 Litre benzin alabilecektir. Bu kararnameye uymayanlar hakkında uygulanacak cezalar, kanunla belirlenecektir.
Piyasadaki 48 Milyar doların karşılığı Türk Lirası, Devletin Banknot Matbaasında basılacaktır. Bu uygulamayla piyasadaki paranın miktarı değil, fakat cinsi değiştirilecektir. Kısacası, dolarlar toplanarak, çarşıya eşdeğer miktarda Türk Lirası sürülecek, piyasadaki para millileştirilecek, Türkleştirilecektir. Böylece 48 Milyar Dolar tutarındaki döviz, Merkez Bankası kasasına konacaktır.
Döviz mevduat hesaplarındaki 57 Milyar Dolar da eklendiği zaman, Türkiye’de yaklaşık 100 milyar Dolar bulunmaktadır. Bu rakamlar, çeşitli ekonomi kuruluşlarının başkanları tarafından da doğrulanmıştır. Yastık altında 100 Milyar Dolar civarında bulunduğunu TOBB eski Başkanı Fuat Miras, İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Mehmet Yıldırım ve İstanbul Serbest Muhasebeciler ve Mali Müşavirler Odası (İSMMMO) Başkanı Yahya Arıkan da açıklamışlardır (Milliyet, 24 Nisan 2001 ve Cumhuriyet 27 Nisan 2001).
Özal’ın 32 Sayılı Kararname’yle işlemez hale getirdiği, Atatürk’ten kalan 20 Şubat 1930 tarih ve 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu, raftan indirilecek, bugünün ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenerek uygulanacaktır. Kambiyo rejimi yeniden düzenlenecek, yurda sermaye giriş çıkışı izne bağlanacak, sabit kambiyo rejimine geçilerek kısa vâdeli para hareketleri denetim altına alınacak, böylece emperyalist merkezlerin vurguncu ve yıkıcı para operasyonlarının önü kesilecektir.
Bu millî operasyonun zorunluluğu ve önemi, “Ne Dolar ne Mark, Türk Lirası tek bayrak” sloganıyla Türkiye halkına anlatılacaktır.
İKİNCİ KARARNAME: BANKALARDAKİ DÖVİZ MEVDUTLARI TÜRK LİRASINA ÇEVRİLMİŞTİR
Merkez Bankası verilerine göre, Nisan ayında:
- Bankalardaki döviz tevdiat hesaplarında: 34 milyar Dolar tutarında döviz
- İşçi dövizlerinde (kredi mektuplu döviz hesaplarında) 14 Milyar dolarlık döviz
- Bankalararası döviz tevdiat hesaplarında 5 Milyar dolarlık döviz
- Yabancı döviz tevdiat hesaplarında 5 Milyar dolarlık döviz bulunuyordu.
Hepsinin toplamı 58 milyar dolar ediyor. Geniş para arzı içindeki döviz tevdiat hesapları bu toplama dahildir.
Milli Hükümet, bir kararnameyle, ülke ekonomisinin ihtiyacı olan ithalat ve ihracat için gerekli olanlar dışındaki yabancı parayı rayiç bedel üzerinden Türk Lirasına çevirecektir. Bu şekilde sağlanacak döviz de, on milyarlarca dolardır.
ÜÇÜNCÜ KARARNAME: VADESİ GELEN İÇ BORÇLAR ON YIL TAKSİDE BAĞLANMIŞTIR
Bankaların hortumlanmasının getirdiği 20 Milyar Dolarlık ek yükle birlikte devletin iç borçları 65 Milyar dolara ulaşmış bulunuyor. Bu borcun çok büyük bir kısmı, büyük tefecilere olan borçlardır. Artık birçok holding, sanayicilik ve ticaretle uğraşmıyor; tefecilik yapıyor. Bilançolarına bakıyoruz, sanayi ve ticaret kârı çok az, ama faiz gelirleri olağanüstü oranlarda. Bu tefeciler, işin kolayını bulmuş, devlete yüksek faizle borç veriyorlar; faizler nasıl olsa tıkır tıkır geliyor. Bütün bir millet, 1300 tefeciye çalışıyor. Toplanan vergiler, tefecilerimize olan borçları ve faizlerini ödemeye yetmiyor. Bu nedenle kamu hizmetleri ve yatırımlar durmuş, devlet bir süre sonra işçisinin ücretini ve memurunun maaşını ödeyemeyecek hale gelmiş. Açıkçası, 1300 tefeci, devlet üzerinden bütün bir milleti haraca kesmiştir. Her hükümetin önündeki soru şudur: 1300 tefecinin mi yoksa milletin mi yanında olacak?
İşçi Partisi’nin merkezinde bulunduğu Milli Hükümetin tercihi açık ve kesindir; bütün bir milletin 1300 tefeciye çalışmasına son verilecektir. Bu amaçla bir kararname çıkarılacak ve iç borçlar vadesi geldikçe on yıl takside bağlanacaktır. İç borçların tasfiyesinde, dar ve orta gelirli bono ve tahvil sahiplerinin alacaklarını zamanında ödeyen bir düzenleme yapılacaktır. Bankaların kamulaştırılmasıyla, topladığı mevdutı Hazineye borç veren bankaların mevdutı devlet garantisi altında olacaktır.
Bilindiği gibi, eskiden devlet tahvillerinin üzerinde, ödenme biçim ve usullerinin devlet tarafından saptanacağı belirtilirdi. Kaldı ki, iç borçların takside bağlanması, bütün bir milletin yaşama ve geçinme hakkının gereğidir. Bu uygulamayla devlet bütçesinin sırtındaki büyük yük kalkacak, kamu hizmetinin ve yatırımların önü açılacaktır.
DÖRDÜNCÜ KARARNAME: DIŞ BORÇLAR ERTELENMİŞTİR
Milli hükümet, vadesi gelen dış borçların ödemelerini önce erteleyecek, sonra alacaklı ülke ve kuruluşlarla sıkı müzakereler yaparak, Türkiye ekonomisinin kaldırabileceği miktarlarda, yıllara yayılan bir ödeme planı üzerinde anlaşacaktır.
BEŞİNCİ KARARNAME: IRAK’A AMBARGOYA DERHAL VE BÜTÜNÜYLE SON VERİLMİŞTİR
Milli Hükümet, Irak’a ambargoya derhal ve bütünüyle son verecek, Irak’la ticaret üzerindeki bütün sınırlamaları kaldıracak ve Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattının vanasını açacaktır. Ayrıca Irak hükümetiyle işbirliği geliştirilerek, sınırımıza 300 km uzaklıktaki Irak doğal gazını hem ülkemizin ihtiyacı hem de dünya pazarlarına ulaştırmak için getirme projesinin uygulanmasına başlanacaktır.
Irak’a ambargonun bütünüyle kaldırılmasının Türkiye’ye bir yılda sağlayacağı olanak, 20 Milyar Dolar civarında hesaplanmaktadır.
ALTINCI KARARNAME: İSTANBUL MENKUL KIYMETLER BORSASI KAPATILMIŞTIR EMTİA BORSALARI GÜÇLENDİRİLECEKTİR
Yatırıma, üretime ve ekonominin verimliliğine katkısı bulunmayan, tersine kaynakları çarçur eden, küçük birikim sahiplerinin kandırılmasına ve casino’lar gibi kumar benzeri haksız kazançlar sağlanmasına olanak veren, en önemlisi emperyalist para operasyonlarına zemin oluşuturan İstanbul Menkul Kıymetler Borsası ‘nın işlemleri bir kararnameyle derhal durdurulacaktır. Kişisel hakların tasfiyesinden sonra, İMKB yasayla kapatılacaktır.
Yatırım ve ihtisas bankalarının yeniden canlandırılması yoluyla emtia borsalarının ekonominin etkin işleyişine katkısı geliştirilecektir.
YEDİNCİ KARARNAME: TÜRKİYE’DE YETERİNCE ÜRETİLEBİLECEK MALLARIN DIŞALIMINA SON VERİLMİŞTİR
Türkiye son beş yılda yaptığı ithalatla, tarım ve hayvancılık ürünlerine yaklaşık 10 milyar Dolar, gıda ürünleri ve içeceğe yaklaşık 10 milyar dolar, tekstil ürünlerine yaklaşık 10 milyar dolar, taşıta 19 milyar Dolar, cep telefonu dahil elektronik cihazlara 22.4 milyar Dolar ödemiştir (Bkz. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Yıllık Rapor 1999, Ankara 2000, s. 242 ve Dünya gazetesi, 21 Temmuz 2001). Torbalı’daki Marlbro fabrikası, Türk tütününü bile Yunanistan’dan almaya başlamıştır. Tire’de yeni bir yabancı sigara fabrikası kuruluyor. İngilizler İzmir’de kendi çaylarını işleyecek bir fabrika açacaklar. Pamuk, pamuk ipliği, makarnalık buğday, pirinç, şeker, sıvı yağ, fasulye, mercimek, nohut, hatta zeytinyağı gibi geleneksel tarım ürünlerimizi bile artık dışardan alıyoruz. Gümrüklerimizin sıfırlanması ve yerli üretimi baltalama politikalarının sonucu olarak düne kadar ülkemizde ürettiğimiz birçok sanayi ürünü de dışardan geliyor.
Milli Hükümet, Türkiye’de halkın ihtiyaçlarına yetecek miktarda üretilebilecek malların dışalımına son verecek, yerli tarım ve sanayi üreticisini destekleyecektir. Ayrıca lüks malların dış alımına ağır gümrükler konacak ve Batı’nın tüketim kalıplarının dayattığı ithalat politikasından vazgeçilecektir.
Bu kararlarla ithalatta gerçekleştirilecek tasarruf, yılda 25 milyar dolar olarak hesap edilmektedir.
SEKİZİNCİ KARARNAME: ÇİFTÇİLERİN BANKA BORÇLARI ERTELENMİŞTİR
Çiftçilerin, bankalara olan faiz borçları silinecek, vadesi gelen anapara ödemeleri dört takside bağlanacaktır. Yeniden üretim olanağı sağlamak için, çiftçilerimizi ferahlatmaya mecburuz.
Çiftçi borçlarının tamamının 21 Şubat’ta 2.5 milyar Dolar, bugün ise 3.2 milyar Dolar olduğu dikkate alınırsa, bu uygulama devlete önemli bir yük getirmeyecektir. Kaldı ki, yalnız Nereden Buldun Kanunu’yla 200 milyar Dolar kaynak yaratılacaktır.
BİRİNCİ KANUN: NEREDEN BULDUN KANUNU
İşçi Partisi’nin merkezinde yer alacağı Milli Hükümetin ilk çıkaracağı kanun, “Nereden Buldun Kanunu” olacaktır. Bir köyün sürüsünden 20 koyun çalınsa, köylü hırsızı bulunca, koyunları tekrar sürüye katıyor. Milli Hükümet de öyle yapacak, milletin hazinesinden gaspedilen kaynakları, tekrar milletin hazinesine koyacaktır. Bu kanunun hızla uygulanması yoluyla, en başta uyuşturucu, silah ve nükleer madde kaçakçılığından elde edilen mafya sermayesine, kara ve kirli paraya, yasadışı yollardan yığılan servetlere, hortumlama, yolsuzluk ve rüşvetle oluşturulan zenginliklere elkonacak ve bu kaynaklar halkın refahına hizmet eden kamu kaynaklarına dönüştürülecektir. Yasadışı yollardan gaspedilen kaynakların 200 milyar Dolar ile 465 milyar Dolar arasında olduğu hesapları yapılıyor. Yalnız bankaların hortumlanmasıyla yağmalanan kaynak, 20 milyar Dolardır. Bu hesaplara göre, Nereden Buldun Kanunu yoluyla 200 milyar Dolar civarında bir kaynak sağlanacaktır.
Nereden Buldun Kanunu yapılırken, 19 Kasım 1996 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4208 sayılı “Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun” ve 1 Ağustos 1999 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4422 sayılı “Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu”nun tecrübeleri değerlendirilecektir. Kanunun pratik ve sonuç alıcı olmasına özen gösterilecek, uygulama kararlı olarak ve hızla gerçekleştirilecektir. Hortumlanan kaynaklardan yurtdışına kaçırılanların Türkiye’ye getirtilmesi için her tür yasal yöntem uygulanacaktır; bunun yolları vardır.
Ayrıca devlet imkanlarıyla özel şirketleri ve mafyayı zenginleştiren teşvik politikalarına son verilecek, kamu kaynakları öncelikle kamu yatırımları ile kamu hizmetinde, ulusal tarım ve sanayi üretiminin gelişmesinde kullanılacaktır.
İKİNCİ KANUN: TÜRKİYE AVRUPA GÜMRÜK BİRLİĞİ’NDEN VE AB ADAY ÜYELİĞİNDEN ÇEKİLMİŞTİR
Türkiye’yi Avrupa Kapısı’na bağlayan, ulusal ekonomimizi, sanayimizi ve tarımımızı çökerten ve iç pazarımızı yabancılara teslim eden AB aday üyelik sürecine derhal son verilecektir. Aday Üyelik Protokolü ve Katılım Ortaklığı Belgesi gibi yeni Sevr Antlaşmaları derhal yırtılacak ve Türkiye Avrupa Gümrük Birliği’nden çekilecektir.
ÜÇÜNCÜ KANUN: ÖZELLEŞTİRMEYE SON VERİLMİŞTİR
Milli Hükümet, üçüncü bir kanunla emperyalist merkezlerden dayatılan özelleştirmelere derhal son verecek, özelleştirme adı altında yabancı tekellere, mafyaya ve işbirlikçi holdinglere devredilmiş kuruluşlar, kilit sektörlerden başlanarak yeniden kamulaştırılacaktır. Bu kuruluşları ve varolan Kit’leri verimli hale getirmek için kaynak ayrılacak ve gerekli reformlar gerçekleştirilecektir. Sigara, alkollü içki, çay ve tuz tekeli yeniden kurulacaktır.
DÖRDÜNCÜ KANUN: ULUSLARARASI MALİ KURULUŞLARDAN BAĞIMSIZ VE ULUSAL EKONOMİNİN HİZMETİNDE BİR MERKEZ BANKASI
Merkez Bankası, “Özerkleştirme” perdesi altında, IMF’nin, Dünya Bankası’nın ve özellikle Citibank ve Deutsche Bank gibi beş büyük bankanın kontrolündeki Yabancı Bankalar Konsorsiyumu’nun güdümünde bir döviz büfesine çevrilmiştir. Uluslararası mali kuruluşlardan bağımsız ve ulusal ekonominin hizmetinde olan, güçlü bir Merkez Bankası örgütlenecek ve ulusal para politikasını çökertmeye yönelik emperyalist girişimlere set çekilecektir.
BEŞİNCİ KANUN: ÖZEL BANKALAR KAMULAŞTIRILMIŞTIR
Devlet sırtından özel bankacılık yoluyla kamu kaynaklarının hortumlanmasına ve dışa bağımlılığa son vermek için özel bankalar kamulaştırılacak, banka sayısı azaltılacaktır. Bankaların mali yapıları, uluslararası kara para hareketlerine bel bağlayarak değil, üretimle bağlarının canlandırılması yoluyla güçlendirilecektir. Bankacılık sistemi; Ziraat Bankası, Etibank, Sümerbank, Emlak Bankası, Halk Bankası gibi sektör bankaları aracılığıyla halkçı-planlı kalkınmanın ve toplum refahının hizmetine sokulacaktır. Bu amaçla sistem yeniden yapılandırılacak; ulusal sanayiyi, tarımı ve hayvancılığı geliştiren; esnaf ve zenaatkârı destekleyen; üretimi artıran; iç pazarı canlandıran; gerçek dışsatımı özendiren bir maliye ve kredi politikası uygulanacaktır.
Türkiye ekonomisini çökertme görevini üstlenmiş olan yabancı bankalar millileştirecektir.
DİĞER ACİL UYGULAMALAR
Bunlar öncelikle çıkarılacak kanun ve kararnamelerdir. Doğaldır ki, hemen arkasından şu uygulamalara geçilecektir:
- Yargı yetkisini yabancılara devreden bütün uluslararası antlaşmalar feshedilecektir. MAI imzalanmayacaktır.
- Kemal Derviş’in Tütün ve Şeker yasaları kaldırılacaktır.
- Yeni kurulan Enerji ve Telekomünikasyon Kurulları kaldırılacaktır.
- Mezarda Emeklilik Yasası kaldırılacaktır.
YARATILAN KAYNAKLARLA İŞÇİNİN ÇİFTÇİNİN ESNAFIN MEMURUN
ULUSAL SANAYİCİ VE TÜCCARIN SORUNLARI ÇÖZÜLECEK
Milli Hükümetin öncelikle çıkaracağı bu kararname ve kanunlar, Türkiye’nin kaynaklarının bulunduğunu gösteriyor. Bu kaynakların sağlanması için, mafyanın, hortumcunun, 1300 büyük tefecinin karşıya alınması ve 65 milyonluk milletin ortak çıkarının eas alınması gerekiyor.
Bu kaynaklarla halk için yapılacak işler, İşçi Partisi’nin 50 maddelik Halkçı-Devletçi Ekonomi Programı’nda gösterilmiştir. İki yıl içinde bütün halka parasız eğitim ve sağlık hizmeti sağlanacaktır. Çiftçi üretim yapabilmesi için ucuz girdiyle ve ürününe değer fiyat verilerek desteklenecektir. Asgari ücret ve maaş, bugünün parasıyla 500 milyon Liraya çıkarılacaktır. Özel hastaneler kamulaştırılarak olanakları SSK’lara devredilecektir.
Çiftçi, işçi, memur, emekli ve diğer halk kesimlerinin gelirleri cesaretle artırılacaktır. Bu nedenle enflasyon olmaz. Çünkü sanayimiz düşük kapasite ile çalışmaktadır. Piyasada artacak talebi karşılayacak sanayi ve tarım kapasitesi vardır. Çarşılarımızın canlanması, esnafın ve zenaatkarın yüzünü güldürecek, esnaf toptancıya, toptancı sanayici ve tarım üreticisine koşacak, böylece üretim ve ticaret çarkı dönecek, iç piyasa genişleyecektir.
Görüldüğü gibi Türkiye’nin kaynağı var ama halkçı bir hükümeti yoktur.
DOLARCI-AVRUPACI PARTİLERİN SONU GELDİ
İŞÇİ PARTİSİ’NİN MİLLİ HÜKÜMET MÜCADELESİNE KATIL
Özal’dan başlayarak ANAP, DYP, SHP (CHP), RP (FP), DSP ve MHP, hepsi son on yılda iktidar oldular ve hep birlikte doların diktasını kurdular. Hep birlikte alkışlayarak Avrupa Gümrük Birliği’ne girdiler, Türk malını Türkiye’den sürdüler. Hepsi dolarcı, hepsi Avrupacı!
Sana bu gerçekleri yıllardır İşçi Partisi anlattı. İşçi Partisi, yılmadı, direndi, bugünlere hazırlandı.
İşçi Partisi, günümüzün Kuvvayı Milliye’sidir.
Programımız var, vatanı için her hizmeti yapmaya hazır, birikimli kadrolarımız var; cesaretimiz var.
Halkımız artık dolarcı partileri bırakıyor; İşçi Partisi saflarında toplanıyor.
İşçi Partisi, “Halk-Ordu birliği”ni 5. Genel Kongresi’nde temel politika olarak saptadı, çünkü ABD ve AB’nin Türkiye’ye Kıbrıs, Ege ve Kuzey Irak’tan yönelttiği silahlı tehditleri görüyor.
Yurttaşlarımızın da sorumluluk ve görevi var.
Bugünkü krize verilecek tek cevap, Halkçı-Devletçi Ekonomi Programı’nı uygulayacak bir Milli Hükümet kurmak için İşçi Partisi’ne üye olmaktır.
Milli Meclis ve Milli Hükümetin kurulması kaçınılmazdır.
İşçi Partisi’nin iktidar yürüyüşü çığ gibi büyüyor.
İşçi Partisi’ne üye ol, milli iktidar yürüyüşüne katıl!
Ne dolar, ne mark
Türk Lirası tek bayrak!
NE AMERİKA NE AVRUPA
BAĞIMSIZ TÜRKİYE