TÜRKIYE SOSYALIST HAREKETI TARIHI
Türkiyede Sosyalizmin ilk isaretleri: Ilk isci örgütü 1874 yilinda kurulmustur, Ameleperver Cemiyeti adini tasiyan sendika niteligindeki bu örgüt, ilk grev eylemini 1872 yilinda Istanbul tersanesinde basariyla gerceklestirir.
Ilk Osmanli sosyalisti Baha Tefik`tir: 1890 yilinda yayinladigi Felsefe-i Ferd adli kitabinda Sosyalizmin övgüsünü yapmistir.1908 Jöntürk Devrimi`nden sonra cesitli sosyalist örgütlenmelerinin icerisinde yer almistir.
Osmanli Sosyalist Firkasi: Eylül 1910 yilinda merkezi Istanbulda bulunan OSF partilesme noktasina ulasmisti.Partinin azinliktaki sol kanadin temsilcisi Mustafa Suphi Ifham adinda bir gazete cikarmakta idi.
1917 EKIM DEVRIMI SONRASI SOSYALIST HAREKETLER
1918 ve 1919 boyunca 2.Enternasyonal cizgisinde Türkiye Sosyalist Firkasi, Mesai Firkasi, Sosyaldemokrat Firka gibi cesitli partiler kuruldu.
Türkiye Komünist Partisi kurucusu ve önderi Mustafa Suphi , Ittihad ve Terakkiye karsi mücadele ederken Sinopa sürgüne göndrilir, 1914`de kacarak Rusyaya gecer.
1918 yilinda Türk komünistleri tarafindan Moskovada Yeni Dünya dergisi cikarmaya baslanmisti dergi 7 Türk lehcesinde yayinlaniyordu.http://www.beepworld.de/members10/c-a-t-i-/tkp.htm
Almanya sanayiinde calismaya giden Türkiyeli isciler, Berlinde Türkiye Isci ve Ciftci Firkasini kurdular.1 Mayis 1919da Kurtulus dergisini cikardilar.
Ilk Sosyalist Parti (22 Eylül 1919)
Türkiye'nin ilk legal Sosyalist Partisi Istanbul'da Dr.Sefik Hüsnü Degmer ve Ethem Nejat tarafindan kuruldu.
Haziran 1920 Türkiye Komünist Partisi ( TKP ) kurulusunu gerceklestirir.TKP kendisini 3.Enternasyonelin subesi Bolsevik bir parti olarak tanimliyordu.Daha sonra 12 komünist teskilati birlestirir.
YESIL ORDU: Yesil ordu Ekim Devrimi`nin Anadoluda yarattigi Bolsevizme büyük sempati atmosferinde ve ulusal kurtulus mücadelesinin ates hattinda olusmus bir köylü ordusuydu. Anadoludaki pek cok komünist guruplar Yesil Orduyu bir halk ordusuna dönüstürmek icin, icerisine girerek mücadele etmislerdir.Güney bati Anadulu`daki isgal kuvvetlerine karsi büyük zaferler kazandi, bir diger adi ise ( Kuvvayi Seyyare ) idi. Yesil Ordu`nun liderligini Cerkez Ethem yürütüyordu.Yesil Ordu Ismet Pasa`nin komutasi altindaki birlikler tarafindan yenilgiye ugratilmistir.
Ilk Kongre 10 Eylül 1920 TKP birinci kongresini Mustafa Suphinin acilis konusmasiyla Azerbaycanin baskenti Baküde gerceklestirir.Sonuc olarak Türkiyedeki bütün komünist gurplarini tek bir komünist Partisi altinda birlestirme karari alinir.Genel Baskanligina Mustafa Suphi, genel skreterlige Ethem Nejat getirilmistir.
AYDINLIK DERGISI Haziran 1921`de cikmaya basladi. Kurucusu Dr.Sefik Hüsnü Degmer `dir.
Devam edecek..
.
Hasan Birson
İlk sosyalist ayaklanma: Babeuf ve Eşitler Hareketi
Sosyalizm tarihini Fransız Devrimi yıllarına kadar götürmek mümkün. Devrimin sol kanadı olarak niteleyebileceğimiz Babeuf önderliğindeki Eşitler Hareketi, tarihin ilk sosyalist ayaklanması ve iktidarı alma girişimi sayılabilir. 18. yüzyılın radikal filozofu J. J. Rousseau’nun düşüncelerinden etkilenmişler, “yoksulların zenginlere karşı savaşı” sloganını bayrak edinmişlerdir.
1760 yılında fakir bir ailenin çocuğu olarak doğan Gracchus Babeuf, 1789 Fransız Devrimi’ne katılmış bir halk önderidir. Pikardiya Postası adlı gazetesinde toprak sahiplerine hücum etmekte, ezilenleri savunmaktadır. Aristokrasinin tüm köklerini yok etmeyi hedefleyen “aşırı” bir devrimci olduğu için 1789-1793 arasında Paris’te birçok kere tutuklanmıştır. Yazılarında sadece Thermidorcular’a değil, yeteri kadar köktenci bulmadığı Robespierreciler’e de yüklenir.
Devrimi daha da ileri götürmek isteyen ve Cumhuriyet’e hâkim olduğunu söylediği “yeni aristokrasi”ye savaş açan Babeuf, Eşitler Hareketi adlı komünist bir örgüt kurar. Filozof ve hukukçu Buonarotti, Bastille kahramanlarından savcı Darthe, sadece siyasal değil, sosyal bir devrim de isteyen gazeteci ve şair Sylvain Marechal, Yasama Meclisi eski üyesi Didier, halk önderleri Clemence, Germain, Bertrand, Lepelletler ve Antonelle, örgütün diğer önde gelen üyeleridir. Kurdukları Pantheon Kulübü adlı derneğe, kısa zamanda 2000 kişi üye olur. Bunun üzerine Direktuvar yöneticileri derneği kapatmak isterler ve Napolyon da derneği kapatır, yöneticileri tutuklanır.
İşte bu noktada Eşitler Hareketi liderleri, rejimi zorla devirmek gerektiğini düşünmeye başlar. Babeuf önderliğinde gizli bir ayaklanma komitesi örgütlenir. Örgüt, Paris atölyelerinde, kenar mahallelerde ve askeri birlikler içinde propaganda faaliyetine girişir. Asıl hedefleri Paris’i ele geçirmektir; çünkü geçmiş deneyimlerinden Fransa’yı ele geçirmenin, Paris’i ele geçirmekten geçtiğini bilirler. Fakat diğer illeri de ihmal etmezler; Lyon’da, Calais’de, Marne’da, Le Var’da da örgütlenirler. 1796 Mart’ında ayaklanma teşkilatı tamamlanmıştır.
Bu arada gittikçe artan sefaletten sorumlu olan Direktuvar idaresine karşı halkın öfkesi kabarmaktadır. Eşitler’in, bu ortamda yürüttükleri propaganda o kadar etkilidir ki, polis teşkilatı bile bu harekete katıldığını bildirmiştir. Ayaklanıp iktidarı alma günü yaklaşmıştır. Gizli komite bir toplantı yapar, toplantıya bazı askeri şefler de katılır. İçlerinden Grisel adlı biri ihanet ederek, bütün hazırlıkları hükümete ihbar eder. Eşitler’in 9500’ü askeri birlikten olmak üzere, 17 bin kişilik bir kuvveti vardır. Ayaklanmayı haber alan hükümet, tedbirini alır. Ayaklanma bastırılır, başta Babeuf olmak üzere birçok lider kadro tutuklanır. Anayasayı çiğnemek, hükümeti devirmeye teşebbüs, askeri birlikleri isyana kışkırtmak, özel mülkiyetleri yağma etmeye teşebbüs gibi suçlarla mahkemeye çıkarılırlar. Mahkemede komünist kuramını açıklayan Babeuf ve yoldaşı Darthe idama mahkûm edilir, yedi kişi de sürgün cezasına çarptırılır. Babeuf ve Darthe intihar etmeye kalkışır, ama ancak kendilerini yaralayabilirler. Her ikisi de 28 Mayıs 1797 günü idam edilir.
Eşitler Hareketi’nin ileri sürdüğü tezler şu dört belgede toplanmıştır: Manifeste (Bildiri), Acte d’insurrection (İsyan hareketi), Analyse (Tahlil), Serie des decrets (Emirnameler). Bu belgelerdeki bazı ilkeleri verelim:
“Herkes eşit doğar demek yetmez, yaşamında da eşit olmalıdır!”
“Toprakta özel mülkiyet olmaz, toprak kimsenin malı değildir!”
“Birçok insanın, bir azınlığın emrinde ve keyfi için çalışmasına son!”
“Gerçek bir toplumda ne zenginler ne de fakirler olmalı!”
“Öğretim orta malı olmalı!”
“Yararlı bir çalışma ile vatana hizmet etmemiş olanlar, vatan uğruna hiçbir şey yapamaz!”
“Miras hakkı kaldırılacaktır! Bütün mallar topluma kalır, o bunları ihtiyacı olanlara verir!”
Marx ve Engels, 1848 yılında kaleme aldıkları Komünist Parti Manifestosu’nda Babeufçülüğü şöyle değerlendirirler: “Derebeylik toplumu devrildiği ve herkesin galeyan içinde bulunduğu bir zamanda işçi sınıfının kendi sınıf çıkarlarını üstün kılmak için doğrudan doğruya giriştiği ilk teşebbüs, gerekli maddi şartlar oluşmadığı için başarısızlıkla sonuç vermişti.”
Bu kısa yazıyı Nazım Hikmet’in “İhtilali Kebir” adlı şiirinden küçük bir parça ile bitirelim:
“Kahrol Danton./ Ölmelisin Robespierre’im.../ Yaşasın Marat!/ Ben Babeuf’le beraberim”
Sömürüye karşı ezilen insanlığın ilk sosyalist çığlığını yaratan Babeuf ve yoldaşlarına bin selam!
(Kaynak: Paul Louis, Fransız Sosyalizmi
Tarihi, Çev. Şerif Hulusi, Dördüncü Yayınevi, İstanbul, 1966.)
Gizli kuyruk şiiri
Her dizesinin ilk harfleri okunduğunda özel bir sözcük çıkan bir şiir tipi vardır, akrostiş denir. Yıllar önce ilkokulda, arkadaşlarımıza ve öğretmenlerimize, onların adlarını veren böyle şiirler yazardık. Lisede ise işi biraz daha geliştirmiş, beğendiğimiz kızlara “sevgilim”, “seni seviyorum”, “buluşalım”, “öpüyorum” şifreli şiirlerimizi yollamaya başlamıştık. Kızlar ise genellikle “terbiyesiz”, “salak şey”, “sana mı kaldım” diye karşılık verir; bu yanıt, teklifin kabul edildiği anlamına gelirdi.
İşte bizim bu sanat şaheserlerimize benzer bir şiir türü de Çin’de varmış. Fakat alfabelerinin farklı olmasından mı kaynaklanıyor nedir, onlarda, her dizenin son sözcüğünü birleştirerek istenen mesajı veren bir cümle oluşturma tekniği geliştirilmiş. Şiirin görünen temasının tam tersi bir mesaj veren bu şiir türüne Çinliler “gizli kuyruk şiiri” derlermiş. Gizli kuyruk şiirinin bir de öyküsü var. Kısaltarak sunuyorum:
Zhuge Liang çok uçarı bir delikanlıymış. Yengesi onun başını bağlamak için sürüyle gelin adayı gösterir, ama Zhuge bir yolunu bulur kızları reddedermiş. Bir gün, yine yengesinin zorlamasıyla Zhuge, bir genç bayanla tanıştırılmak istenmiş. Odaya girdiğinde, biri dünyalar güzeli, diğeri oldukça çirkin iki kızla karşılaşmış. Yengenin gelin adayı tabii ki güzel olanmış. Zhuge kızlarla sohbet etmeye başlamış. Kısa bir süre sonra, gelin adayı güzel kızın hizmetçisi olan çirkin kızın son derece zeki ve kültürlü olduğunu fark etmiş ve ona âşık oluvermiş. Zhuge, bu çirkin ama zeki kızla hemen nişanlanmaya karar vermiş. Durumu gören yenge ve diğer aile efradı, Zhuge’nin kararını değiştirmek için baskı uygulamaya başlamışlar. Sonunda baskılara dayanamayan Zhuge, yüzüne karşı söylemekten utandığından kararını değiştirdiğini çirkin kıza bir şiirle bildirme yolunu seçmiş. Şiir şöyle:
“Yüzünüzle herkes alay ediyor, siz nasıl/ Benim eşim olabilirsiniz?/ Dün sizi sevindirmek istemiştim, fakat bugün/ Fikrimi değiştirdim!/ Kusura bakmayın! Görüyorsunuz işte, yaşam nasıl/ Böyle boyuna dalgalanıyor!/ Evlilik sözü vermek de neymiş! Alt tarafı bir/ Söz bu, ağızdan çıkıveriyor. Hiç değişmeyecek/ Değil ya!”
Notu alan çirkin kız gözyaşlarına boğulurken, birden gözleri parlamış. Yüzünü neşeli bir gülümseme kaplamış. Zeki kız, Zhuge’nin şiirinin mısralarının son sözcüklerinin birleştirildiğinde “Kararım asla değişmedi!” cümlesinin çıktığını anlayıvermiş. İşte bu bir gizli kuyruk şiiriymiş. Hırsından deliye dönen yengeye de artık duruma boyun eğmek kalmış.
Ben de günümüze uygun bir gizli kuyruk şiiri yazmak istedim. Yeteneğe değil, mesaja bakın lütfen...
“Ey özgürlüğün kalesi Amerika/ Sofranda ne kadar çok şey var yenilecek./ Sen hiç kalma gözlerden ırak/ Amerikan askeri hep kazanacak!”
Hadi siz de oturun bir gizli kuyruk şiiri yazıverin. Sevdiğinize veya yengenize!
(Kaynak: Harro von Senger, Savaş Hileleri Strategemler, Çev. Mekin Özbalta,
Anahtar Kitaplar, Mayıs 1996.)
Osmanlı’da İbrahim Müteferrika öncesinde de matbaacılık vardı
Osmanlı’da ilk matbaanın İbrahim Müteferrika adlı bilgin kişi tarafından açıldığı bilinir. Aslen Macar olan ve Osmanlılar’a gençken esir düştükten sonra İslam’a geçen İbrahim Müteferrika, 1726’da matbaacılığın gerekliliği üzerine bir risale yazarak Damat İbrahim Paşa’ya takdim etmiş, daha sonra bir dilekçeyle, matbaa açma ruhsatını ve bunun için şeyhülislam fetvası ile birlikte, padişahtan da (III. Ahmet) bir ferman istemiştir. Dilekçesinde, tarihte birkaç kez istila yüzünden yazma kitapların mahvolduğunu ve sonraları doğru yazacak hattatlar kalmadığından yazmaların çoğunun yanlışlarla dolu olduğunu, oysa, basma yöntemi kabul edilirse, yazıların yanlışsız ve okunaklı olacağını, kitapların ucuzlayarak taşranın da bundan faydalanacağını, Osmanlı Devleti’nin cihatla İslam’ın şerefini artırdığı gibi, kitap yayınlama suretiyle de İslam kültürüne hizmet edeceğini, Avrupalılar’ın İslami kitapları basarak Doğu’dan para çektiklerini, eğer matbaa kurulursa bu paranın memlekette kalacağını ifade etmiştir. Bu savlar padişahı ikna edebilmiş ve matbaa kurulmuştur. Fakat Osmanlı’daki ilk matbaa İbrahim Mütefferrika’nınki değildir. İstanbul’da ilk matbaa Museviler tarafından açılmıştır. 1429’da İspanya’dan göç eden Museviler, 1493’de, yani Müteferrika’dan tam 233 yıl önce, önce İstanbul’da, daha sonra da Selanik’te ilk matbaaları açmışlardır. Öte yandan, Sivaslı Apkar adında bir Ermeni de, Venedik’te basımcılık sanatını öğrendikten sonra, İstanbul’da 1567’de bir matbaa açmış; 1627’de de Nicodimus Metaxas adında bir Rum papazı bir matbaa kurmuştur. Bu matbaanın ilk bastığı eser de Yahudiler Aleyhinde Küçük Risale adlı bir kitaptır. Bütün bunlardan dolayı Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim adlı eserinde İbrahim Müteferrika’nın matbaasına “ilk Türk matbaası” adını vermektedir. Fakat Müteferrika’nın da aslen Macar olduğu düşünülürse, onun matbaası için ille de bir ilk bulmak gerekiyorsa “ilk fetvalı ve fermanlı matbaa” demek daha uygun olur kanısındayız.
(Kaynak: A. Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitabevi, 5. Basım, İst, 1)
Japon savaş suçluları da ABD’nin hizmetinde!
Geçtiğimiz ay, savaş suçlusu olarak aranan, insanlık dışı araştırmalar yapan Nazi bilimcilerinin, suçlarına ABD’de devam ettiklerini, hatta CIA’nın kurucusu olduklarını yazmıştık. Öyküyü kadim dostum Fatma Kantarcıoğlu yollamıştı. Yine Kantarcıoğlu’nun yolladığı, benzer konuda bir diğer öyküyü daha sunuyorum.
Amerika, 2. Dünya Savaşı sonrasında, yine insanlık dışı çalışmalar yapan Japon bilim insanlarına da kucak açar. Bunlardan en ünlüsü, Çin’in Manchuria Kenti’ni işgal edip, yerli halkı kobay olarak kullanan “Ünite 731” örgütünün başkanı Dr. Shiro İshii adlı soykırımcıdır. Ünite 731’in yaptığı çalışmalar arasında, Çin kentlerine uçaktan hastalık bulaştırılmış pireler atmak ve Aralık 1944’de, içi bakteri dolu 200 balonu hava akımıyla Kaliforniya kıyılarına göndermek de vardır. Ameliyatlarda anestezinin kullanılmadığı çalışmalar sırasında kobaya takılan ad ise şudur: kütük.
Savaş sonrasında deliller yok edilirken, Dr. Shiro İshii’nin öldüğü açıklaması yapılır. Doğduğu kasabada sahte bir cenaze töreni bile düzenlenir. Marylan’da bulunan “Fort Detrick” üssündeki Amerikalı bilim insanlarının önerisi üzerine General Douglas MacArthur, Washington’dan Ünite 731 kapsamında çalışanların ABD’ye getirilmesini ister. Uzakdoğu Komitesi yapmış olduğu açıklamayla öneriye destek verir: “Japon biyolojik savaş suçları, bunun yanında pek önemsiz kalır.”
Ünite 731 görevlilerinin Amerika’ya getirildiğini iddia edenlere karşı devlet tarafından davalar açılır, ama hiçbirinden mahkûmiyet kararı çıkmaz. Ne gariptir ki, savaş sonrasında, hiçbir Ünite 731 üyesi ABD tarafından yargılanmaz. Sovyetler Birliği ve Çin ise, yargıladığı Dr. İshii’nin on iki adamının yapılan katliamları itiraf ettikleri yönündeki sözlerini 1949 yılında tüm dünyaya açıklar. Amerika, bu açıklamayı “komünist propaganda” olarak değerlendirir.
Amerika, Fort Detrick’de ders veren Dr. Shiro İshii için denemelerini sürdüreceği yeni bir yer bulur: Demokrat Parti Hükümeti’nin Türkiye’yi ABD’nin yanında savaşa soktuğu Kore!.. Jonathan Vankin ve John Whalen adlı araştırmacılar, Kore Savaşı sırasında, 1952 Nisan’ında Moğolistan sınırı yakınındaki bir Çin köyünde yaşayan insanların sabah uyandıklarında yüzlerce fareyle karşılaştıkları haberinin üstüne giderek, farelerin hastalıklı olduğunu ve bir gece öncesinde aynı bölgede uçuş yapan Amerika Hava Kuvvetleri’ne bağlı bir F-82 uçağından atıldıklarını gün ışığına çıkarırlar.
Dr. Ishii, 1959 yılında 67 yaşındayken gırtlak kanserinden ölür. John Goldman, The X-Files adlı kitabında Ünite 731 üyelerinden kimisinin Tokyo Valisi, Japon Tıp Kuruluşu ya da Japon Olimpiyat Kuruluşu Başkanı olduğunu yazar. Ama bunlar arasında tam bir kara mizah örneği sayılabilecek olan, insanın soğuğa karşı dayanıklılığı üzerine deneyler yapan Ünite 731 üyesinin, “Donmuş Balık Enstitüsü”nde çalışmasıdır!..
(Kaynak: Sunay Akın, Onlar Hep Oradaydı, Çınar Yayınları,
3. Baskı, Eylül 2002)
. ![]()
.
ISCI PARTISI SP TIKP TIIKP
Isçi Partisi
Bütün Ülkelerin İşçileri ve Ezilen Uluslar, Birleşin!
KORKMA!ÇÖZÜM VAR,
ÖNCÜ VAR
![]()